Dış politikadaki son dengeleri, bu dengelerin Türkiye’ye etkilerini görmek durumundayız. Türkiye’nin yeni süreçteki konumu büyük oranda dışarıdaki gelişmelere göre olacaktır. Yeni siyasi birliktelikler de Türkiye’nin dışarıya karşı elini güçlendirecek şekilde kurulacaktır. Dünya küçük bir köye dönüşmüştür. Türkiye’nin dış politika ve hatta içeride dahi, siyasi, sosyal ve ekonomik politikalarında dünya konjonktürüne, kendi özgün duruşunu bir kenara bırakarak angaje olmasının birçok risk barındırdığı görülmelidir.
Türkiye, bunu bölgesel aktör olma, bölgeye hükmetme ve güçlü olma olarak izah ediyorsa da bunun ne kadarının başarılı olduğu ortadadır. Türkiye’nin etrafında önemli gelişmeler ve yeni dengeler kurulduğu aşikardır. Biden’in ABD’nin başına geçmesi sonrasında ABD, özellikle İslam coğrafyasında daha etkin bir dış politikaya yöneldi. Bu sahada her ne kadar ağırdan alıyor ve bir süreç içinde yapmaya çalışıyorsa da Türkiye’yi yanında görmek istediği görülebiliyor. Hatta birçok stratejisini Türkiye’ye yaptırarak riskleri, sorumlulukları ve ağır sonuçları Türkiye’ye bırakma olasılığı da büyük bir tehlike olarak önümüzde beklemektedir.
ABD, yeni konseptte Çin ve Rusya’yı çevreleme politikasına yöneliyor. Bu anlamda aslında kendi temel politikası olan bu konsepti önümüzdeki süreçte aynı zamanda NATO’nun da ana stratejisi haline getirme niyetini gizlememektedir. Bu şekilde kendi savaşını, bütün NATO ülkelerinin de savaşına dönüştürerek sahada elini güçlendirecektir.
Türkiye’nin Afganistan’da Kabil havaalanının güvenliğini sağlama sevdası bu anlamda değerlendirilmelidir. Kabil Havaalanının güvenliğinin sağlanmasının, Türkiye’nin talebi mi yoksa ABD’nin isteği mi olduğu hususu henüz cevaplanmış bir husus değildir. Sonuçta Türkiye’nin bu işe gösterdiği iştiyak, önümüzdeki süreçte Türkiye’nin de ABD ile yakın çalışmak istediğini göstermektedir. Öte taraftan yine Biden’in gelmesi ile birlikte körfez ülkeleri, Mısır ve hatta işgal rejimi ile ilişkilerde Türkiye’nin başlattığı yeni diyalog süreci de bu şekilde okunabilir.
Bu durum elbette yeteri kadar ürkütücüdür. Zira ABD, partneri olsun veya olmasın hiçbir zaman hiç kimseye ve hiçbir yere hayat götürmemiş, sadece istikrarsızlık, kaos, savaş ve sömürü götürmüştür. Yani kendisi dışında hiç kimsenin kazanmasına müsaade etmemiştir.
Aslında bugün ABD, Türiye’yi de dört bir yandan kuşatmıştır. Doğu Akdeniz’de, Suriye’de, Körfez ülkeleri üzerinden ve belki de en önemlisi; faiz ve döviz lobileri ile ekonomide Türkiye’ye ciddi bir tazyik vardır. ABD, tüm bunların ötesinde bölgeyi ve bölge ülkelerini dizayn etme stratejisinde asla Kürt kartından vazgeçmemiştir. Kürtlerin başında felaketlerin eksik olmamasının nedeni de budur.
Türkiye, bütün bu hassas dengeler muvacehesinde ABD’ye karşı elim güçlü olsun, sahada olayım, masada olayım saikiyle hareket ederken bütün özgünlüğünü kaybetmektedir. Geliştirilen politikaların neredeyse tamamı, dışarıdan yapılan tazyikler ve oluşturulan baskılar sonucunda gelişmektedir. İç siyasette de bütün bu dengeler gözetilerek partnerler belirlenmektedir. Önümüzdeki seçim sürecinde ve ortaya konulacak siyasi mühendisliklerin de bu saik ile ortaya konulması, Türkiye’ye pahalıya mal olacaktır.
Asla unutmamak gerekir ki; tercihini Amerika ve Batı’dan yana yaptığı günden beri hiçbir zaman Türkiye’nin ne içeride ne de dış politada özgün bir duruşu olmadı. Siyasi, iktisadi ve de askeri anlamda hep dışarıya bağımlı kaldı. İçeride de toplumsal huzur, sosyal ve iktisadi barış ve adalet de yine bu nedenle hep geri planda kaldı.