Virüs musibeti, Pandemi salgını toplum olarak, hatta insanlık olarak psikolojimizi bozdu. Hayatın tadı tuzu kalmadı. Gerçekten insanlar artık hayattan zevk alamaz oldu. Özellikle şu yaz aylarında… Anne babalar çocuklarını bir parka, bir piknik alanına götürmeye korkuyor. Yazın kavurucu sıcağında dışarı çıkıp eğlenmek, yaşıtlarının arasına karışıp parklarda koşturmak isteyen çocuklar büyüklerinin engeliyle karşılaşınca bu davranışa bir anlam veremiyorlar. Asileşiyorlar, agresifleşiyorlar, içlerine kapanıyorlar.
Büyüklerin durumu da hiç açıcı değil. Evet, biz büyüklerin de küçüklerden hiç farkımız yok. Temmuzun kavurucu sıcağında maske takmak gerçekten büyük çile. Rahat bir nefese, içimize çekeceğimiz temiz bir oksijene hasret kaldık. Evde, iş yerinde, otobüste, her yerde sıcaktan kavruluyoruz. Klimaları, vantilatörleri açmaya korkuyoruz çünkü. Marketlere, pazarlara bile çekine çekine gidiyoruz. Hastanelere gitmeye de korkuyoruz…
Sözün kısası normal hayatımız alt üst oldu. Daha önce sıradan gibi gördüğümüz nice şeyin ne büyük birer nimet olduğunu yeni yeni anlamaya başlıyoruz. Bir dosta sarılmak, bir akrabaya misafirliğe gitmek, bir yakını davet edip birlikte çay içmek ne büyük birer nimetmiş meğer…
Peki, bunca zorluk, musibet, sıkıntı, nimetlerin yokluğu hayata bakışımızı değiştirdi mi? Hayata, dünyaya, insanlara, eşyaya, olgulara bakışımızda bir farklılık oldu mu? Dünyanın, dünya hayatının geçiciliği, güzelliklerin ve nimetlerin faniliği konusunda bir bilinç oluştu mu bizde? Siyasi, toplumsal, kültürel, ekonomik, ahlaki tercihlerimiz değişti mi?
İtiraf etmeliyim ki ben bu konuda bayağı umuda kapılmıştım. Bu musibetin insanlığı, en azından Müslüman halkları kendine getireceğini, ahiret bilincinin artacağını, Allah’la irtibatın, gönül bağının güçleneceğini, insanların faniyi bırakıp gözlerini baki olana dikeceğini sanmıştım. Bu musibetin ortaya çıktığı ilk haftalar böyle bir hava da oluşmuştu. Dillerden Allah, ahiret, cennet, imtihan, ölüm sözcükleri düşmüyordu.
Ne yazık ki çok sürmedi bu olumlu hava. Zaman geçtikçe insanlar eski hayatlarına Korona Virüsün, salgının gölgesi, tehdidi ve yol açtığı zorlukların eşliğinde döndüler. Artık Allah, ahiret, imtihan, ölüm, fanilik pek kimsenin aklına gelmiyor. Günah, gaflet, faniye dalma kaldığı yerden mesaisine devam ediyor.
Hatta daha da kötü oldu. Bu zorluk ve sıkıntılar karşısında insanlar Allah’a sığınıp daha bir anlayışlı ve hoşgörülü olacaklarına daha bir agresifleştiler. En ufak bir sorun karşısında öfke patlaması yaşayıp sağa sola saldırıyorlar.
Ben bu satırları yazarken yakınımdaki caddede esnaf arasında büyük bir kavga yaşanıyor şu an. Polisler havaya ateş ediyorlar, insanları ayırmak için. Sık sık yaşanıyor artık bu görüntüler. İnsanlar birbirlerine düşmek için bahane arıyorlar.
Öyle görünüyor ki kendimize, özümüze dönmek, silkinmek, gafletten uyanmak, Allah’la irtibatımızı güçlendirmek ve dolayısıyla sonsuz hayatımızı mamur edip cenneti kazanmak için büyük bir fırsat olarak ayağımıza gelen Korona Virüs imtihanını da kaybedeceğiz. Bu fırsatı değerlendirmeyi başaramayacağız…
Yazık, çok yazık! Oysa ben bayağı umutlanmıştım, Pandemi’nin bizi Allah’a yaklaştıracağını sanıyordum… İlahi gazaba uğrayan geçmiş kavimlerdeki körlük, inat, cehalet, taassup, isyan demek ki asırlar geçmesine rağmen, ilmin ve bilimin gelişimine aldırmadan aramızda varlığını sürdürebiliyormuş.