Papa, Türkiye'ye yaptığı "anlamlı ziyareti"nde devleti ürkütmemek, husumetini üzerine çekmemek ve biraz da Türk devletinin gönlünü almak için, daha önce Ayasofya'da dua eden papa VI. Paul'un aksine Ayasofya'da dua etmedi. Ayasofya'dan sonra Sultanahmet'e geçti ve burada İstanbul müftüsü Mustafa Çağrıcı ile "kıyam"a durdu; buna da "huzur duruşu" dendi.
Beş vakit 'namaz'dan bağımsız İslamiyet'te "kıyam" adı verilen bir ibadet veya kavram yok; ne ibadetlerimiz arasında ne dualarımız arasında ne de Allah ile olan münasebetlerimiz arasında böyle bir kavrama rastlanır. Peygamber Efendimiz (s.a.)in, "Benim kıldığım gibi namaz kılın, hac ettiğim gibi hac edin" buyurmuştur. Biz Müslümanlar ibadet ve dualarımızı Efendimiz'in gösterdiği gibi yaparız, başka din ve fırkaların ritüelleri onlar nezdinde ibadet" olabilir, biz de "ibadet" kabul ederiz, ama karşılığını Kur'an ve Sünnet'te bulmayan ibadetler "sahih" değildir. Bu açıdan bakıldığında Papa'nın bir selatin camiinde "kıyam"a durması garip bir ritüeldi. Belki "beraber dua edelim" denebilirdi. Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler birlikte Allah'a dua edebilirler. Dahası bizim açımızdan Ayasofya'da olsun Sultanahmet'te olsun, dua etmenin mahzuru yoktu. Keza Peygamber Efendimiz, Necran Hıristiyanlarına kendi mescidinde ibadet ve dua etmelerine izin verdi, hatta bunu kendisi teklif etti. Bunlar 70 kişilik büyük bir heyetti, ibadet vakitleri geldiğinde Efendimiz, mescidi onlara tahsis etti; onlar da dualarını/ibadetlerini Mescid-i Nebevi'de yaptılar. Ayasofya, Mescidi Nebevi'den daha kutsal bir yer olmadığına göre, elbette ki bu mabette de dua edilebilirdi. Bizim inancımızda ziyaret maksadıyla yolculuğa çıkılan üç mescit vardır: Mekke'deki Mescid-i Haram, Medine'deki Mescid-i Nebevi ve Kudüs'teki Mescid-i Aksa. Birinde kılınan namazın sevabı 100 bin, ikincisinde 1.000, üçüncüsünde 500'dür. Sultanahmet'te Papa, nezaket gösterip ellerini, Müslümanların namazdaki duruşları gibi göbeğinin üzerinde bağladı; bu arada küçük bir mesaj vermeyi de ihmal etmedi, sol elini sağ elinin üzerine koydu; böylece Müslümanların namazda kıyamda iken sağ ellerini sol ellerinin üzerine koyma hükmüne muhalefetini göstermiş oldu. Aslında bütün bunlar dini-diplomatik ince mesajlardı. Papanın Türkiye'ye asıl geliş amacı, Ortodoks Kilisesi'yle imzaladığı tarihi deklarasyondur. Bu deklarasyonu önemsemek, doğru okuyup iyi analiz etmek gerekir. Kanaatime göre deklarasyon, Hıristiyanlık tarihinde bir dönüm noktası teşkil etmektedir.
Deklarasyonda dört önemli nokta öne çıkıyordu:
1) İki kilise arasında vahdetin sağlanması yönünde atılan önemli adım. Ancak bu vahdeti "birleşme" olarak değil, "yakın ve stratejik işbirliği" şeklinde anlamak gerekir. Bu konuya önümüzdeki yazılarda daha yakından bakmaya çalışacağız. Vahdetten bahsedilen paragrafta, tarihte kiliselerin birbirini aforoz etmelerinin hafızalarda olduğu söyleniyor; bunun aşılması yönünde bir çağrı var. Deklarasyon, uzak mesafeden İslam'ı ötekileştiriyor. Bir açıdan bakıldığında Amerika'da ortaya atılan "Medeniyetler Çatışması" teziyle de yakından ilgilidir. Amerika, Ortadoğu'ya müdahale ederken İslamiyet'i bir "tehdit ve terör dini" olarak tarif ediyor, bunu bahane ve gerekçe olarak kullanıyor. Papa İstanbul'dan döner dönmez ilk yaptığı şey, Henry Kissinger'i danışman olarak tayin etti; bu önemliydi. Papa, İstanbul ziyaretinin "teolojik" olduğu kadar, "politik ve stratejik" bir ziyaret olduğunu da ima ediyordu. Bir nevi ABD, Katolik kilisesi'yle yardımlaşma ve işbirliğine girerek, Fener ve Ortodoks Kilisesi üzerinden İslam dünyası içinde yeni bir faaliyete girişmiş bulunuyordu. Çünkü Patriğin ekümenik vasfı konusunda en ısrarlı davranan ülkelerden biri de ABD. 21. yüzyılın başlarından beri medeniyetler çatışması ve dinlerin belirgin bir şekilde öne çıkmış olması, kiliselerin önemini artırıyor.
2) "Dinler arası diyalog"un iki Hıristiyan kilisesi için öngörülmesi; Protestan ve Evanjeliklere zayıf ifadelerle atıfta bulunulması ve İslam'dan açık bir şekilde bahsedilmemesi. Bu İslamiyet'i teolojinin tekniği açısından Ortadoğu'da "kurulmuş" dinler kategorisi içine dâhil ediliyordu. "Kurulmuş din" uydurulmuş, inşa edilmiş, insan tarafından ortaya çıkarılmış din demektir. Buna göre İslamiyet, dinler arası diyalog dolaşımının dışına çıkarılmış oluyor.
3) "Çevre konusu"nun dinin gündemine dahil edilmesi. Çevre konusu, Ortodoks Kilisesi'nin belirgin argümanlarından biridir. 1960'lardan sonra Ortodoks Kilisesi'nin dünyevi olarak, modern ve aktüel dünya meseleleriyle ilgilendiği tek konu, çevre meselelerine atıfta bulunmaktır; bunun ötesinde dikkate değer atıflarda bulunmamış, belirgin sorunlar üzerinde durmamıştır.
4) Hayli dikkat çekici son nokta deklarasyonda, "sekülarizm, görececilik ve nihilizm" konuları üzerinde de duruluyor olmasıydı. Katolik Kilisesi'nin başı papa öteden beri Avrupa'nın tarihteki varlığını sona erdirecek en büyük amilin nihilizme dönüşmüş bulunan laiklik/sekülarizm olduğunu söylüyordu, benzer bir tehlike sinyalini ana kaygısı moderniteyi kurtarmak veya en azından restorasyona uğratmak olan Jürgen Habermas tarafından da veriliyor. Ancak İstanbul deklarosyunanda yeni olan husus Ortodoks Kilisesi'nin de söz konusu kaygıları paylaşarak sekülerizm, görecilik ve nihilizmi üzerinde durulması gereken ana sorunlar seviyesinde görmesiydi.
Sn. Mustafa Özcan'a bir çağrı daha!
Sn. Mustafa Özcan Dünya Bülteni, 30 Ağustos 2013 tarihli yazısında benimle ilgili şöyle bir cümle kullanmaktadır: "Son dönemlerde Ali Bulaç gibi kimi zevat Allah'a düşünce veya düşünme (melekesi) nispet etmektedirler. Halbuki, düşünmek bir noksanlık sıfatıdır ve Allah bundan beridir. Düşünmede isabet ile isabetsizlik arasında bir zorlanma payı vardır. KAF 50/38.'inci ayette belirtildiği gibi Allah zorlanmaz ve ona yorgunluk da arız olmaz. "And olsun ki, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yarattık ve Biz bir yorgunluk da duymadık." Dünyanın altı günde yaratılması ise hikmete mebnidir. Sebebi Allah'a değil kullara racidir."
Bundan önceki üç yazımdan kendisinden rica ettim. Hangi kitabımda veya hangi yazımda –kaynak göstererek- "yüce Allah'a düşünce veya düşünme izafe" etmekteyim? Bana yerini göstersin, önce Allah'tan af dileyip tashih edeceğim, sonra kendisine teşekkür edeceğim. Değerli kardeşimden ses çıkmıyor. Susmak olmaz. Birine ağır bir isnatta bulunacak, sonra ispatlamadan bir kenara çekileceksin. İddia müddeiye aittir, değerli yazarımız iddiasını kanıtlamak zorundadır.