Bu diyarın mustaz’afları, ezilmişleri, görmezden gelinenleri, hiçe sayılanları, fakir ve yoksulları Diyarbakır’da tek vücut olup Peygamber aşkıyla coşup tüm sistemlere bir tarih tokadı attılar.
90’lı yıllardan bugüne kadar uğradıkları zulüm sürecini hesaba katarsak aslında bir dünya rekoru kırdılar.
İşte bunu, yok edilmeye çalışılan bu dinin sahibi olan Allah istedi. O’nun dinine sahip çıkma adına canıyla, malıyla, evladıyla bedel ödeyen mustaz’af kullarını topluma birer öncü, birer rehber eyledi.
Rahman olan Allah, dinine sahip çıkanların dostudur, yâridir, yarenidir. Onlara en acılı günlerinde tesellidir, ışıktır, nurdur. Kendi dini uğruna her şeyinden vaz geçenlerin gören gözü, yürüyen ayağı, tutan elidir. Mümin, mustaz’af kullarını karanlıklardan nura çıkartan yine O’dur.
İşte o sonsuz Nur, kendisine sevdalı kullarına zaferi nasip eyledi. Zafer diyorum; çünkü bu Kutlu Doğumlar bu toplumun Cumhuriyet kurulduğundan bu yana sancısını çektiği, hasretini duyduğu günleri getirdi. Sokaklarda tekbirlerin, salâvatların yükseldiği, Kur’an okunup Tevhid bayraklarının sallandığı günleri getirdi.
Âlimlerin asılıp insanların imamsız, öndersiz bırakıldığı, Kur’an harflerinin yasaklanıp âlimlerin kitaplarının imha edildiği, Müslümanların yeniden bir araya gelip önderler edinmesinler diye her türlü tedbirin alındığı bu ülkede Kemalist rejim ve yan ürünleri, Allah’ı hesaba katmamışlardı. İşte Allah şimdi sahneye bir bir ezilenleri, mustaz’af kullarını çıkartıyor. Şimdi mustaz’aflar Filistinlisi, Afganlısı, Afrikalısı, Iraklısıyla ümmetin birleşmesine, toparlanmasına bir meşale yakıyor.
Hangi Kemalist’in, Marksist’in aklına gelirdi ki yaktıkları ateşin atılan tohumları kurutamayıp orayı bir gün gül bahçesine çevireceği;
Tohumun yaktıkları ateşle bilenip güç kazanacağı;
Ezilenlerin yeniden güçlenip hız kazanacağı;
Bir yumruk, bir bilek, bir adım, bir yürek olup bir ordu hükmünü alacağı;
Adeta “Ente Resulullah” dercesine Allah’ın Peygamberinin (SAV) misyonunu yüklenen önderlerin arkasından gideceği.
Çarşafı yasaklayıp cadde ve sokaklarda Müslüman kadınların çarşafını yırtan, çıplaklığı meşrulaştırmak için çarşaf yırtma ve peçe açma törenleri düzenleyen, kamu kurumlarında ve okullarda tesettürlü kadın görmeye tahammülü olmayan rejim muhafızlarına, Peygamber Sevdalısı bacılar; Meryem’ce duruşlarıyla ve kalabalık bir şekilde iştirakleriyle Diyarbakır’da bir tarih tokadı attılar. Kadınların bedenlerini sömürerek yükseltilen putları bir bir devirdiler.
Allah’ın Mustaz’af kulları bugünlere hiç de kolay gelmediler.
Zulüm gördükçe insanların yüreklerine sevda tohumu ekmekten vaz geçmediler. Tehditle, zulümle, acıyla, kederle yoğruldular.
Kınandıkça, yalnız bırakıldıkça “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” dediler.
O sonsuz Nur olan Kur’an’ın sesini yüceltme adına yorulsalar da dinlenmeyi arzu etmediler.
Zalimler onların seslerini kimse duymasın, yoksulları doyurup yetimlere sahip çıktıklarını kimse bilmesin, tek kalsınlar, kimse arkalarına takılmasın diye gayret sarf ettikçe yeryüzünün sahibi olan Allah vaadini gerçekleştirip onların sesini Şark’a da Garb’a da duyurdu.
Bir zamanlar kendi yurdundan sürülen Allah Resulü’nün (SAV) Mekke’ye daha güçlü, daha kalabalık, daha itaatkâr bir orduyla dönüşü gibi onlar da bugün meydanlara dökülüyorlar.
Hem de Nasr Suresi’ndeki “Allah’ın fethi ve yardımı geldiğinde, insanların akın akın Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde Rabbini hamd ile tesbih et, O’ndan mağfiret dile!” ayetinin buyruğunca hamdle, mağfiretle, vakarla, zaferi Allah’tan bilerek O’nun yolunda yürüyorlar.
Bugünün Ebu Süfyan’ları gözlerini kapatsalar da onların bu akın akın yürüyüşlerini görmek, bu gerçeğin farkına varmak, onları muhatap almak zorundalar. Çünkü bugün insanlığın yüreği onlarla atıyor. İnsanlar, onları Allah’ı ve Resulü’nü sevdikleri için benimsiyor, kucaklıyor ve REHBER kabul ediyor.