Ondan başka biz günahkar kulların me’va meab ve melceinin olmadığı, Ondan başka gidecek kapımızın olmadığı, Ondan başka günahlarımızı bağışlayanımızın olmadığı, Allah’a hamd olsun. Salat ve selam Peygamberi Muhammed’e ve O’nun pak ehline olsun.
İslam davası Allah Sübhanehu ve Teala’nın “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara sunduk; onu yüklenmekten kaçındılar, sorumluluğundan korktular. Pek zalim ve cahil olan insan onu yüklendi."[1] buyurduğu göklerin, yerin ve dağların taşıyamadığı ağır bir davadır.
İnsanlık tarihi boyunca bu ağır davanın ağır yükünü taşıyan insanlardan kimi yorulmuş, kimi tökezlemiş, kimi dökülmüş, kimisi korkmuş, kimi satılmış, kimisi de irtidat etmiştir. Ama insanlığın yaşıyla yaşıt olan bu dava her şeye rağmen ilerlemiş, önünde duran engelleri kimi zaman şimşek gibi çakıp yakmış, kimi zaman rüzgar gibi savurmuş, kimi zaman seller gibi coşmuştur. Ama hiçbir zaman durmamıştır.
Hiç şüphesiz, bu davanın bu günlere gelmesi, Allah’ın yardımı, Yüce Peygamberlerin (aleyhimusselam) ve onların takipçileri olan İslam davetçileri sayesinde olmuştur. Peygamberler gibi İslam davetçileri de çeşitli sıkıntı, çile, cefa ve mihnetlere maruz kalmıştır. Bu sünnetullahtır. Hiçbir kitap ve hiçbir Peygamber İslam’a davet ettikleri insanlara maddi bir gelecek vaat etmemişlerdir. Aksine bu davayı kabul etmekle, başta canları olmak üzere, mallarından ve her türlü dünyevi lezzetlerinden, zevklerinden mahrum kalabileceklerini vurgulamışlardır.
İşte bu kutlu dava uğruna çile çeken, tüm baskılara tehditlere, alaya almalara, horlanmalara, karşı, soylu, onurlu destansı bir kahramanlıkla hakkı haykıran korkusuzca davasını ve Peygamberliğini hiçbir endişe taşımadan haykıranlardan biri de Peygamberlerin piri ve şeyhi olan Nuh (as)’dır.
Nuh(as)’ın hayatı özellikle kendini davetçi zanneden ve en ufak bir sıkıntı ve tehditte teslim bayrağını çeken, davet ettiği insanlardan kısa zamanda çok şey bekleyenlere en güzel bir misaldir
Evet Nuh (as) dokuz yüz elli sene bıkmadan usanmadan anlattı. “Andolsun ki Nuh'u kendi kavmine gönderdik de, o dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı.”[2] Hem de O’na iman edenlerin sayısında hemen hemen artma olasılığı olmadığı halde. Çünkü O’nun vazifesi anlatmaktı. "Bize düşen de sadece apaçık tebliğdir."[3] Hidayet vazifesi ise Allah’ındı. O vazifesini yapmakla yükümlüydü. Üstelik bu vazifesini yaparken de hiçbir ücret talep etmiyordu. Nuh (as) kavmine şunları haykırıyordu. “O da şöyle dedi: "Ey milletim! Şüphesiz ben, size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım. Allah’a kulluk edin; ondan sakının ve bana itaat edin. Ki Allah günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin; doğrusu Allah'ın belirttiği süre gelince geri bırakılmaz; keşke bilseniz."[4] Ahirette, Allah’a kulluk, O’ndan sakınma ve peygamberine itaat etme karşılığı, geçmişte yapılan günahların bağışlanması, dünya da ise "Üzerinize gökten bol yağmur yağdırsın. Mallar ve oğullar vererek sizin imdadınıza koşsun. Sizin için bahçeler yapsın, ırmaklar yapsın."[5] İnsan nefsinin hoşuna giden iştahının çektiği dünya nimetleri.
Nuh (as), her fırsatta kavmine hakkı anlatmaktan geri durmuyordu. Gece, gündüz; gizli, açık. Her fırsatı değerlendiriyordu. O’nun bu merhametkarane tavrına karşı kavminin tavrı ise çok manidardı. Bırakın dinlemeyi, elbiselerini yüzlerine bürümek suretiyle O’nu görmek dahi istemiyorlardı. Yine Nuh suresinde bu olay şu şekilde anlatılmıştır: “Nûh dedi ki: "Ey Rabbim! Ben kavmimi gece gündüz davet ettim. Fakat benim çağırmam, onların sadece kaçmalarını artırdı. Ben onları senin bağışlaman için her davet ettiğimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ısrar ettiler, kibirlendikçe kibirlendiler. Sonra ben onları açık açık çağırdım. Sonra hem ilan ederek söyledim onlara, hem gizli gizli. Gelin, dedim. Rabbinizin sizi bağışlamasını isteyin. Çünkü o çok bağışlayıcıdır."[6]
Bir tarafta kavmini Allah’ın azabından kurtarmaya çalışan bir Peygamber, beri tarafta yaban eşeklerinin aslandan kaçması gibi, haktan kaçan gafiller. Peygamber efendimizin bu meyandaki hadisi konumuza ışık tutması babından çok anlamlıdır. “Benim ve sizin benzeriniz, ateş yakan ve sonra da (yaktığı ateşe) çekirge ve kelebekler düşmeye başlayınca onları kurtarmaya çalışan kimse gibidir. Ben ateşe düşmemeniz için kuşağınızdan tutuyorum, siz ise kurtulmaya çalışıyorsunuz.”[7]
İşte Nuh(as)’ın dokuz yüz elli sene verdiği tüm çaba ve uğraşlarına rağmen, denediği tüm metot ve yöntemlere rağmen bu azgın kavim iman etmedi. Ama Allah(cc)’ın sürenin başında Nuh(as)’a yüklemiş olduğu Peygamberlik misyonu ve buna bağlı olarak da “İNZAR” vazifesi devam ediyordu. Tüm bu olumsuz tablolara rağmen Allah’ın Peygamberi Nuh (as) yılmamış, sabretmişti. O’nun tek derdi vardı, Allah’ın rızası. Yine bu sebep değil miydi Peygamber efendimiz (sav)’in Ebu Cehilin kapısına elli defadan fazla gitmesine sebep olan.
İslami hizmette bulunan, insanları hidayete çağıran bir İslam davetçisinin dava yolundaki en önemli yol azığı sabırdır. En büyük düşmanı da ye’se ve ümitsizliğe düşmesidir. Nitekim Hendek savaşının o sıkıntılı anında Resul-i Zişan(as), Şam’ın ve Fars’ın anahtarlarını, Yemen’in anahtarlarını müjdeliyordu. Bu bakımdan Peygamberlerin ve kıyamete kadar tüm İslam davetçilerinin piri, şeyhi üstadı olan Nuh(as)’ın hayatının çok iyi anlaşılması O’nun dava yolundaki sabrını metanetini, cesaretini, azim ve kararlılığının iyi fehmedilmesi gerekir. Bir İslam aliminin şu sözleri konumuza ne kadar da ışık tutuyor: “Kardeşler! Bir İslam davetçisi dağ gibi olmalıdır. Nasıl ki dağa, yağmur, dolu ve karın yağması, rüzgarın esmesi bir zarar vermiyorsa, dağ heybetinden bir şey kaybetmiyorsa, bir İslam davetçisi de her türlü sıkıntıya göğüs germeli dimdik ayakta durmalıdır.” Nitekim Nuh(as), Allah(cc): “Ayrıca Nuh'a şöyle vahyettik: "Bil ki kavminden şimdiye kadar iman etmiş olanlardan başka artık kimse iman etmeyecektir. Onun için yaptıkları şeylerden dolayı kederlenme"[8] buyuruncaya kadar kavminin helaki için Allah’a dua etmemişti. Bu ayet indikten sonra Nuh (as): “Nûh dedi ki: "Yeryüzünde kafirlerden bir tek kişi bırakma. Zira sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece ahlâksız ve kâfir çocuklar doğururlar"[9] diye duada bulunmuştur.
Allah(cc), bizi de kendi davası yolunda sabreden, azimli kulları zümresine ilhak eylesin. Eğer onlardan olamazsak da bizi onları sevenlerden, onlarla beraber olanlardan eylesin.
İnzar Dergisi
[1] Ahzab S. 72
[2] Ankebut S. 14
[3] Yasin S. 17
[4] Nuh S. 2-3-4
[5] Mearic S. 11-12
[6] Nuh S. 5-10
[7] R.Salihin 8/164
[8] Hud S. 36
[9] Nuh S. 26- 27