Ak Parti'nin; önce Lice ilçe başkan yardımcısı Orhan Mercan, ardından Özalp ilçe başkan yardımcısı Aydın Ahi, PKK tarafından katledildiler.
PKK, zaman zaman bu tür siyasi cinayetlere yeltense de, bu yöntem farklı nedenlerden dolayı PKK'nin sıklıkla başvurduğu bir yöntem değildir.
Genellikle PKK uzantılı “siyasi ağlara” karşı yönelen kapsamlı operasyonlar sonrası Kandil'den hep “siyasi soykırım” tepkileri yükselir, ardından da Ak Parti yöneticilerine yönelen tehditler ardı ardına sıralanır.
Son dönemlerde HDP/DBP yapılanmalarına karşı yürütülen operasyonlar ardından PKK'nin iki Ak Parti yöneticisini peş peşe katletmesi, ilk etapta PKK'nin daha önce düzenlediği benzer siyasi cinayetleri üstlenirken kullandığı klasik gerekçeleri akıllara getirdi. “AKP, Kürt siyasetçilerine soykırım uyguluyor; biz de AKP yöneticilerini cezalandırdık” falan filan türü gerekçeler…
Çok geçmeden Orhan Mercan cinayetini YPS JIN adına üstlenen örgüt, bu kez bilinenin aksine çok değişik, bir o kadar da ilginç olan şu gerekçeleri öne sürüyordu:
“… Bu kişi, AKP İlçe başkanlığı faaliyetinin yanı sıra, Lice ve çevre bölgelerde düşman için ajanlık faaliyeti yürütmekte, gençleri ajanlaştırmaya çalışmakta, ayrıca fuhuşu örgütlemektedir…”
“Ajanlık ve ajanlaştırma”, PKK'nin bugüne kadar öldürdüğü her sivilin ardından okuduğu “Telkin” haline geldiğinden bu gerekçenin hiçbir inandırıcılığı bulunmamaktadır. “Fuhuşu örgütlemek” ise, “Kadın özgürleşmesinin” zirvesine çıkmış bir örgütün adam öldürme gerekçesi değildir, olamaz.
Açıkçası arayıp da bulamadığım en belirgin gerekçe ise, “AKP'nin siyasi soykırım operasyonlarına karşı yürüttüğü operasyonlara karşı…” ile başlayan klasik cümleydi ve bu kez böyle bir cümlenin üstlenme bildirisinde yer almamış olması hayli dikkat çekiciydi.
Peki, bu ne anlama geliyordu? Henüz üstlenme bildirisi yayınlanmayan Aydın Ahi acaba ne suç işlemişti?! Yoksa o da mı aynı “suçları” işlemişti?!!
Elbette PKK'nin Ak Parti yöneticilerine yönelen bu son iki suikastı üzerine bir takım farklı yorumlar, değerlendirmeler yapılabilir, yapılıyor da.
Ancak bu kez sanki durum biraz farklı ve;
Bir ihtimal daha var!
15 Temmuz'dan bu yana tasfiye sürecine tabi tutulan FETÖ için “kime değdi, kime değmedi” tartışması tüm hızıyla sürüyor. Bu konuda tüm kurum-kuruluşlar, sivil-siyasi yapılar sorgulandığı gibi, bazı Ak Parti il-ilçe teşkilatları da hala sorgulanıyor.
15 Temmuz girişimiyle zirveye ulaşan komplo sürecinin temel hedefinin “Tayyip Erdoğan” faktörü olduğu açıkça ortaya çıktı.
Gelinen noktada birçok Ak Parti il-ilçe teşkilatı ya da bu teşkilatlarda rol alan çok sayıda kişi ile ilgili spekülasyonlar hala sürüyor.
Bununla beraber teşkilatlarda “Metal eskimesinin” yanı sıra halka tepeden bakmak da dahil siyaseti yozlaştıran kanallara savrulma gibi hususlar sıklıkla ve “içeriden” dillendirilmeye devam ediliyor.
Ayrıca herkesin yakından müşahede edebileceği gibi, bir çok teşkilatın Erdoğan faktörüne karşı alerji duyduğu gerçeği de orta yerde duruyor. Özellikle Tayyip Erdoğan'a partiye dönüş yolunu da açan son referandum çalışmalarında bir çok teşkilatın sergilediği “nötr tutum”, Tayyip Erdoğan'ın gözünden de kaçmış değil.
Nitekim Tayyip Erdoğan'ın Ramazan ayında Ak Parti Genel Merkezi'nde düzenlenen iftar programında bu yönde yaptığı konuşma dikkat çekiciydi.
Konuşmanın satırbaşları kısaca şöyleydi;
-Yılsonuna kadar tüm il-ilçe yönetimlerini yenilemek zorundayız.
-Adeta bir “Metal eskimesi” görüyorum.
-Bize tevazu yakışır, bu tevazudan asla taviz vermemeliyiz.
-Belediyelerimizde, nerelerde ne gibi eksiklikler var, şikayetler nedir, bunların üzerine gitmemiz gerekiyor.
-Bunun için milletin karşısına ilk etapta 180 günlük, ikinci aşamada ise 2019'a kadar olan dönemi kapsayacak daha derinlikli bir eylem planı ile çıkacağız.
-180 günlük programı, haziran ayı sonu itibariyle başlatacağız.
Açıklama, “içerinin” eleştirisi üzerine kuruluydu. 180 günlük program için ekipler oluşturuldu, raporlar hazırlandı. 180 günlük programın açıklanması an meselesi. Programın can alıcı noktası ise parti teşkilatlarının komple “yenilenme” durumu. Buna birçok teşkilatın “tasfiyesi” de diyebilirsiniz.
Batı'da teşkilatlardaki kimi şahısların FETO ile isimleri anılırken, Doğu'da “PKK ve FETO'ya yakın isimler” fısıltıları almış başını yürüyor.
Tam da bu noktada PKK'nin Ak Parti yöneticilerine yönelen suikastlarının “değişim/yenilenme” arefesine denk gelmesi, farklı şüphe ve fısıltıları beraberinde getiriyor.
Malumunuz, alışılagelen siyaset, biraz da “menfaat” üzerine dönüyor. Menfaati esas alan siyaset alışkanlıklarının da “ölümcül risklere” göğüs germesi mümkün olmuyor. Kürt illerinde bu anlamda Ak Parti teşkilatlarında görev almanın PKK'nin hedefine girmek olacağı algısı oluşturmak, göreve talip olacak samimi insanları kaygılandırmaya yetiyor.
Can alıcı soru da burada ortaya çıkıyor;
Acaba PKK, yenilenmesi düşünülen teşkilatlarda görev alacak samimi insanlarda “ölüm kaygısı” oluşturup “kripto” özellikler taşıyan kesimleri korumaya veya önlerini açmaya mı çalışıyor?!
PKK'nin “Tayyip Erdoğan karşıtlığı” üzerinden içeride FETO, dışarıda malum güçlerle giriştiği geniş ilişki yelpazesine bakılırsa, böyle bir kuşkuyu dillendirenler sanki pek de haksız sayılmıyor gibi!
Kuşkular şimdilik soyut kalsa da, Erdoğan karşıtı her ihaleye teklif vermeye hazır olan PKK'nın yaptığı son eylemler karşısında insanlar, “zamanlama manidar” demekten de kendilerini alamıyorlar.