1 Kasım'da erken seçim kararı alındı. Kimilerine göre tekrar seçim olacak. Bugüne kadar alışageldiğimiz tekrar seçim, normal şartlarda seçime usulsüzlük karıştırılması üzerine yapılan seçimler olmuştur hep. Ancak bu defa çok farklı sebeplerle tekrar seçime gidiliyor.
Aslında 7 Haziran seçimlerinin tekrar edilmesini gerektirecek pek çok usulsüzlükler yaşandı birçok seçim bölgesinde. Yaşanan usulsüzlükler öyle az buz usulsüzlükler de değildi, seçim sonuçlarını ve meclis aritmetiğini önemli oranda etkileyecek usulsüzlüklerdi. Ama her ne hikmetse yetkili organlar, seçim özgürlük ve adaletini yerle bir eden bu usulsüzlükler karşısında harekete geçmedi. Siyasi aktörler de “bu kadar zararla atlatmış olmayı” kâr gördü. Sonuçta bu usulsüzlükler seçimi tekrar etmeye sebep olarak görülmedi. Bu da usulsüzlük yapanların yanına kâr kaldı. Gerçi çözüm süreci boyunca ne yaptılarsa yanlarına kâr kaldı.
Katliamlar işleyen, şehirleri silahlarla dolduran, herkesten haraç alan, mahkemeler kuran, asayiş birimleri oluşturan ve sokaklarda devriye gezip, kontrol noktaları kuran, (bugünlerde gündeme gelen) suikast okulu adı altında bir eğitim modeli geliştiren yapı, seçimlerde de her türlü usulsüzlükleri yapıp, istediği sonuçları elde etti. Ne yapsam yanıma kâr kalıyor dedi ve arkasından silahları konuşturup, fırsat bu fırsat özerklik ilanlarına gitti. Evet, halk desteğinden mahrum bu özyönetim/özerklik ilanları şu aşamada bir tiyatral komedi görüntüsü veriyor olabilir ama bütün bunların hedef bir plan dahilinde işlediğini de göz ardı etmemek lazım.
Türkiye'nin içinde bulunduğu bölgede son zamanlarda bölgenin siyasi, demografik, coğrafi, tarihi dokusunu değiştiren çok ciddi gelişmeler oldu ve olmaya devam ediyor. Türkiye içinde de Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye teslimi ile başlayıp, “çözüm süreci”nin yumuşaklığı altında gelişmeler oldu ve oluyor.
Ne Türkiye içi ve ne de Türkiye dışı yaşanan bu gelişmeler, konjonktürün doğurduğu defacto gelişmeler değil, bilakis çoğunlukla oluşturulan konjonktür içinde gerçekleştirilen planlı gelişmelerdir.
Maalesef hükümet bunu iyi okuyamadığından dolayı dışarıda ve içeride çok yanlış politikalar geliştirdi ve oynanan oyunlara alet oldu.
7 Haziran seçim sonuçları da ulaşılmak istenen planlı bir hedefti ve bu gerçekleşti. 7 Haziran seçim sonrası hükümet kurmamak da bir hedefti ve bu da gerçekleşti.
1 Kasım erken/tekrar seçimini başta Ak parti istiyor gibi ama bu seçim Ak parti açısından daha olumsuz sonuçlar doğurabilir. Şu anda bile ibre çok da Ak Parti'den yana değil, evet bir takım pişmanlıklar var istikrarsızlık kaynaklı ama diğer taraftan çok ciddi tepkiler de var Ak Parti'ye. Geçmişten birikmiş tepkilerin yanında, bu son yaşananların sebebi olarak da görülüp, oluşan tepkiler de var Ak Parti'ye karşı.
Bu tabloya, 1 Kasım'a kadar gerçekleştirilecek algı operasyonlarını ve seçmenin iradesini etkileyecek uluslararası uzmanlık harikası planlı gelişmeleri de eklerseniz, 1 Kasım Ak Parti açısından sonun başlangıcı da olabilir.
Ak Parti, Türkiye ve bölge için büyük bir fırsattı. Ama Ak Parti bu fırsatı 13 yıllık iktidarında, özellikle de son döneminde çok hoyratça harcadı.
Güç, iktidar ve servet zehirlenmesine bağlı olarak teşkilat içi yozlaşmanın yanı sıra idarede de yolsuzluk ve adaletsizliklere bulaştı ve en büyük yanlışları da siyasi alanda yaptı.
Derin devlete karşı paralel yapının önünü açtı, sonra paralel yapıya karşı tekrar derin devletin önünü açtı; çözüm sürecinde PKK'nın önünü açtı şimdi de PKK'ya karşı ordunun önünü açıyor. Ak Parti'nin savaştığı her kesimin işini bitirmeden yaralayıp bırakmış olması tehlike olarak dururken, yaşanan yeni süreç daha büyük bir tehlike doğurabilir. Bu yeni sürecin tehlikesi bana göre “ordu”dur.
Bu savaş halinin devam etmesi, ordunun içerde etkin pozisyona gelmesidir. Bu da eski Türkiye'ye dönüş tehlikesini, yani ordu vesayetini ve derin devletin dirilmesini beraber getirebilir. Ak Parti'nin bunu engellemesini bir tarafa bırakın, bu tehlikeyi görecek basirete bile sahip değiller. Ak Parti'ye destek veren eski radikal İslamcıların bile orduya methiyeler dizdiği, güzellemelerde bulunduğu bir zeminden bahsediyoruz.
Ak Parti eski gücünde değil, bugüne kadar da ordu ile aldığı yol, üst kademeden iyi ilişkilerle orduyu kışlasında tutmaktı. Savaş ortamında sahada olacak bir orduyu Ak Parti zapt edemez. Çünkü Ak Parti orduya hakim değil. Bu da ordunun savaş ortamında eski alışkanlıklarına dönmesi, 90'lı yıllar demek olur. Ancak kaybeden sadece Ak Parti olmaz, bütün Türkiye ile beraber Kürtler de çok şey kaybeder. Ülkenin selameti; PKK'nın tamamen ülke dışına, ordunun da kışlasına çekilmesidir.