Lice’de, tarafları BDP ve HÜDA-PAR olan kaygı verici bir olay yaşandı. Lice olayı, usta(lar)ca hazırlanmış bir oyunun en son sahnesiydi. Ve ne yazık ki bu oyunun daha birçok sahnesinin olduğu/yazıldığı bellidir. Bu sahnelerin nerede ve ne zaman gösterime gireceğini sadece ve sadece oyunun senaristleri biliyor.
Hakkâri Yüksekova’da bir HÜDA-PAR’lının ölümüyle sonuçlanan olay ve bu olaya gösterilen (daha doğrusu gösterilemeyen) tepki, olabileceklerin işaretiydi. Bu olayda gerekli tepkiyi almayan PKK, hem tepkisizlikten cesaret aldığını hem de farklı düşünenleri sindirme politikalarında ısrarcı olacağını kısa zamanda gösterdi.
Hüda Par ve benzer düşünceyi paylaşan kurumlara karşı sistemli, bilinçli bombalama eylemleri yaşandı. İstisnalar dışında Kürd politik çevreleri bu sistemli bombalama olaylarını “günlük, olağan” olaylar kategorisinde değerlendirmiş olmalılar ki, neredeyse hiç değinmediler. Olaylara değinmek zorunda kalanlar ise, olaylarda saldıran taraf yokmuş gibi değerlendirmeler yaparak “sağduyu” çağrısında bulundular ve “provokasyona” dikkat çektiler.
Lice’de yaşanan olaylar geçiştirilemeyecek kadar kaygı vericiydi.
Lice’nin habercisi olan önceki eylemlere gereken tepki gösterilseydi ve sorumluları mahkûm edilseydi Lice yaşanmazdı.
Bombalama eylemlerine tepkisizlik, Lice’deki olaya açıkça yeşil ışık yakmış oldu.
Lice olayıyla birlikte “sağduyu” çağrıları ve “provokasyon” uyarıları yapılmaya başlandı; yani iş işten geçtikten sonra herkes “yapıcı” rolü ile “duyarlılığını” göstermeye başladı. Politik çevrelerin görevi, oyun sahnelemeden teşhir etmek ve oyunu engellemektir. Kürdistan’da ise politik çevreler, olaylar yaşandığında izlemekle, sessiz kalmakla ya da dolaylı yollardan saldırganları onaylamakla yetiniyorlar.
Doksanlı yılların karanlık ve illegal oyunu, bu defa legal alanda ve herkesin gözü önünde hayata geçiriliyor. Bu konuda olabilecekler belliyken ve olabileceklerin sadece ve sadece Kürdlere zarar vereceği açıkken, ne yazık ki Kürd politik çevreleri “üç maymunu” oynayarak katkı sundu. Bu tür durumlarda gerçeği haykırmayı engelleyen nedenlerden biri korkuysa, bir diğer nedeni de “bir şeyci” olarak suçlanma kaygısıdır. Oysa doğru yerde durmak, gerçeği ifade etmek birilerini aklamak veya birilerinin tarafı olmak değildir. Gerçeği dillendirmek, olabilecek olumsuzlukların önüne geçmenin tek yoludur.
Yaşanan olayları objektif bir şekilde değerlendirmek için, BDP veya HÜDA PAR taraftarı olmak gerekmiyor. Aksine taraftar olmadan objektif değerlendirme yapılabilir ve halkın yararına olacak politikaların hayata geçirilmesine katkı sunulabilir.
Yaşanan olaylar tereddütte yer bırakmayacak şekilde tek taraflıydı; açıkça saldıran taraf PKK/BDP idi. Saldırgan belliyse, saldırgana değinmeden iki tarafı “sağduyuya” davet etmek veya provokasyona dikkat çekmekle yetinmek açıkça saldırganı aklamaktır.
PKK’nin saldırıları ne belli bir dönemle sınırlıdır ne de hedefinde sadece bir parti/anlayış vardır. PKK, ortaya çıktığı günden beri farklı anlayışlara saldırarak varlığını koruyabilmiştir. Aynı şekilde PKK sadece belli bir anlayışa karşı değil, kendisinden olmayan, kendisine boyun eğmeyen herkese saldırmıştır. Bu nedenle yaşanan olayları sadece BDP-HÜDA PAR arasındaki sorunlara indirgemek yanıltıcıdır. Bu gün Hüda Par’a saldıran PKK, yarın güç olabilecek her anlayışa da saldıracaktır. Nitekim Amed’te de “afiş asma” gerekçesiyle AKP’lilerle çatışma yaşandı. Yarın da kendisiyle birlik yapan Kürd politik çevreleri dâhil herkes PKK’nin hedefi olabilir. Çünkü PKK’yi ayakta tutan anlayışın kendisi tekçi ve saldırgandır. Bu gerçek görülmediği sürece ne PKK’nin saldırganlığı engellenebilir ne de Kürdistan’ın tahrip edilmesinin önüne geçilebilir.
1980 öncesi hatırlandığında bu gün yaşananlar daha iyi görülebilir. PKK ortaya çıktığında sistemli olarak bütün örgütlere saldırdı. Hiçbir düşünce, fikir ayrılığını hesaba katmayan PKK, güç olabilecek herkesi hedef yaptı…
Çatışmasızlık sürecinde sorgulanmaya başlanan PKK, gerginlik ve çatışma dışında tabanını koruma ve Kürdlerin desteğini alma şansına sahip olmadığını biliyor.
Saldıran ile saldırıya uğrayan tarafı aynı kefeye koyup “sağduyu” çağrısı yapmak, dürüstlük olmadığı gibi olayları engelleyecek bi tutum da değildir. Yapılması gereken şey, saldırıya uğrayan kim olursa olsun, niteliği ve düşüncesi hesaba katılmadan saldırganı teşhir ederek mahkûm etmektir. Bu objektif ve cesur tutumu takınamayanlar hem kişiliksizliklerini ispatlamış olurlar hem Kürd gençlerinin boşu boşuna ölmesine katkı sunarlar hem de sömürgecilerin Kürdleri birbirine kırdırma projelerinin altına imza atmış olurlar…
Nasname