PKK'ye ait olduğu bilinen ve Avrupada yayınlanan Yeni Özgür Politika gazetesinin yazarlarından Selahaddin Erdem (Bu kişinin Duran Kalkan olduğu ve bu müstear ismi kullandığı belirtiliyor.) yazdığı yazıda PYD dışındaki Başta Barzani'nin lideri olduğu KDP ve Mesud Barzani olmak üzere Kürt örgütlerini ve Türkiye'yi Rojava üzerinde ambargo ve baskı oluşturup Kürd halkını göçe zorladığını iddia etti.
Yazar daha sonra konuyu PYD'ye getirerek PYD'nin yanlış politika izlediğini, herkesi karşısına aldığını, herkesle savaşır duruma geldiğini söyleyerek bir anlamda PYD'nin baskı ve zorbalık yaptığını itiraf ediyor. Bu arada Rojava'yı terk eden Kürtlerin PYD'nin baskılarından dolayı göç ettiğini de kendince gözden kaçırmaya çalışıp başkalarını suçlama yoluna gitmekte ve kendi kendisiyle çelişir duruma düşmektedir.
Söz konusu yazar el Nusra ve el Kaide'ye 'çete' demenin yanlışlığını dile getirip el Kaide'ye yumuşak mesajlar vermeyide ihmal etmiyor. Burada PKK'nin zaman zaman kullandığı kirli ve hakaretvari dilin konjoktürel olduğu ve rakiplerini karalamak için her türlü iftira ve yalana başvurmaktan çekinmediği gerçeği de ortaya çıkıyor.
Nitekim Murat Karayılan'da daha önce yaptığı açıklamada, Hizbullah cemaatine yönelik 'Kontra' suçlamasını o dönemin şartları gereği olduğunu, dolayısıylada yalan ve iftira olduğunu bir anlamda itiraf etmiş ve bu dilin artık kullanılmaması gerektiğini söylemişti. Fakat 'alışmış kudurmuştan beterdir' misali PKK basını Karayılan'ın bu uyarısına rağmen alışkanlık haline getirdiği bu ahlaksız karalamayı bir türlü terk etmiyor!
ANF'den alıntıladığımz ve kendi içinde bir çok çelişki barındıran söz konusu yazı...
Oyun içinde oyun-Selahattin Erdem
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, yaptığı son açıklamayla Rojava Kürdistan halkını “Ülkede kalmaya, topraklarını terk etmemeye” çağırdı. Çünkü çok yoğun bir göç var, hatta ülkeden kaçış var. Rojava Kürdistan toprakları boşalıyor. Daha doğrusu bilinçli bir politikayla boşaltılıyor. Savaş Rojava’ya taşırılarak, kuralsız bir savaş yürütülerek ve de propaganda edilerek Rojava Kürdistan boşaltılmaya, insansızlaştırılmaya çalışılıyor.
KCK bu durumun bir oyun olduğunu belirtiyor. Aslında oyun içinde oyun oynanıyor. Önce çeşitli çete grupları oluşturularak, desteklenerek, beslenerek Rojava Devrimine ve halkına saldırtıldı. Giderek bu saldırılar Cephetül Nusra örgütünün saldırıları haline getirildi. Bir yandan El Nusra çeteleri sivil-asker ayrımı yapmadan tüm halka saldırırken, sivil yerlerde intihar eylemleri düzenlerken, diğer yandan da AKP ve KDP ticaret kapılarını kapattı. Böylece saldırılarla korkutulan ve ambargo ile zorlanan halk ülkeden kaçmaya yöneltildi. Şimdi her gün oluk oluk insanlar Güney ve Kuzey Kürdistan’a kaçıyorlar. Kaçarak savaştan ve ambargodan kurtulmaya çalışıyorlar. AKP ve KDP bu kaçışı teşvik ediyor. Güney Kürdistan’a geçenleri ziyaret eden Mesud Barzani “Burası sizin eviniz, istediğiniz gibi kalabilirsiniz” diyerek Rojava’dan kaçışlara çağrı yapıyor. Tamda bu ortamda “Şam’da kimyasal silah kullanıldığı” haberleri yayılarak kaçışlar daha da hızlandırılmaya çalışılıyor.
KCK işte bunlara oyun diyor. Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, bu nedenle halkı sabırlı olmaya ve yerini-yurdunu terk etmemeye çağırıyor. Gerçekten de biraz yakından bakıldığında bir dizi oyunun iç içe oynandığı açıkça görülebiliyor. En başta KDP’nin tutumunda oyun var. Bir yandan sınır kapısını ticarete kapatarak halkın aç kalmasına yol açıyor, Rojava toplumunu savaşta desteklemiyor. Diğer yandan sınır kapısını sivil geçişlere açarak ve “Gelin, burası sizin ülkeniz” diyerek halkı Güney Kürdistan’a çağırıyor. Yani açıkça Rojava’yı boşaltmak istiyor. Peki bu oyun değil de nedir?
AKP’nin tutumu daha da derin ve kapsamlı bir oyunu içermektedir. En başta Rojava’ya saldıran çeteleri AKP örgütleyip silahlandırdı. Başta Ceylanpınar olmak üzere sınır kapılarından rahatça gidiş-dönüşlerini sağladı. Rojava’ya saldıran örgütler Antep’te,
İstanbul’da toplantılar yaptılar. Kısaca Rojava’ya dönük saldırılar en çok Türkiye’den besleniyor. Diğer yandan baştan beri Rojava Devrimine karşı AKP ambargo uyguluyor. Tüm sınır kapılarını Rojava Devrimine kapalı tutuyor.
Bunlarla birlikte, aynı AKP Rojava halkının Türkiye’ye geçmesi için özel çaba harcıyor. İmkan yaratıyor, kolaylık sağlıyor, teşvik ediyor. Kuzeyli ailelerle akrabalık ilişkilerini kullanıyor. Bunlarla da yetinmiyor, Güney Kürdistan’a geçmiş olanları da Türkiye’ye geçmeleri için teşvik ediyor. Türkiye’de İstanbul’a kadar her tarafa bu insanları yayıyor. Dikkat edilirse, mülteci Arap toplumu için özel kamp kuruyor, ama Türkiye’ye kaçan Kürtler için kurmuyor.
AKP’nin buradaki amacı net ve açık. Birincisi, Rojava Devrimini tasfiye etmek istiyor. Rojava’da Kürtlerin bir siyasal statü kazanmalarına kesinlikle karşı. Bunu başka yollarla engelliyemiyorsa, o zaman Rojava’yı boşaltarak, insansızlaştırarak gerçekleştirmek istiyor. İkincisi, Rojavalı halkı Türkiye’ye yayarak asimile etmek, eritmek istiyor. Yani Rojava Kürtlerine de kültürel soykırım dayatıyor. O kadar obur ki, Kuzey Kürdistan toplumunu asimile etmesi yetmemiş, şimdi de Rojava Kürtlerini asimile etmeye, yutmaya çalışıyor.
Bunun en başta TC devletinin yürüttüğü klasik inkar ve imha politikası olduğu açık. Belliki Suriye’deki savaş koşullarında da Türkiye yönetimi Rojava Kürtlerine bu politikayı dayatıyor, onları kültürel soykırıma tabi tutmak istiyor. Rojava’daki tüm oyunların da TC devleti ve AKP Hükümeti tarafından oynandığı açığa çıkıyor, bu konuda bir AKP-KDP ortaklığının var olduğu görülüyor.
Hatırlanırsa Rojava’daki 19 Temmuz 2012 Devriminden sonra Dışişleri Bakanlığı tarafından Hewlêr Konsolosluğuna gönderilen bir yazılı talimat geçen kış basına yansımıştı. Aslında şimdi yaşanan her şey o yazılı talimatta vardı. Demekki şimdi yaşanan olaylar, yani savaş ve göç daha o zamandan planlanmıştı. Suriye’deki Kürtlerin bir statü elde etmemeleri için çalışılması, bu amaçla KDP’nin uyarılması, Rojava’da karışıklık çıkarılması, Rojava halkının göçe teşvik edilmesi, bu konuda Güney Kürdistan’ın “Özgür Kürdistan toprakları” denerek çekici kılınması, Güney Kürdistan’a geçen Kürtlerle ilişki kurularak Türkiye’ye geçişin teşvik edilmesi, bunların hepsi Türk Dışişleri Bakanlığının talimatında yazılıydı.
Şimdi aslında bütünüyle bu plan uygulanıyor. Satırı satırına Türk Dışişleri Bakanlığı’nın Hewlêr Konsolosluğuna verdiği talimatın gerekleri yerine getiriliyor. Demekki her şeyin, tüm yaşananların arkasında TC ve AKP var. Her şey önceden planlanmış olarak yürütülüyor. Rojava’ya kültürel soykırım rejimi uygulanıyor. Başta KDP olmak üzere bazı Kürt grupları da bu oyuna alet oluyor. Hepsi bu kadar!
Tabii bu durumun bir de PYD boyutu var. Rojava Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) tüm bu politikalara ve saldırılara karşı yiğitçe direniyor. Rojava gençliğinin direnişi gerçekten kahramanca. YPG tam bir fedai hareketi haline geldi. Rojava halkı saldırılar karşısında da, ambargo uygulamaları karşısında da yılmıyor. Evet, tüm bunların hepsi doğru ve çok değerli. Hiçbir biçimde küçük görülemez. Fakat her şey bu kadarla mı sınırlı? Yapılması gerekenler sadece bunlar mı? Mevcut durum karşısında başka şeyler yapılamaz mı? Bizce PYD’nin ve tüm Kürtlerin yaşananları bu sonuçlar temelinde de sorgulaması lazım. Dar ve tek yanlı duruş ve mücadelelerle sonuç alınamaz. Dahası zarar görme, kazanımları kaybetme bile yaşanabilir. Bu açıdan dikkatli olmak ve olayları çok yönlü ele almak gerekir.
Dikkat edelim, 19 Temmuz Devrimi savaşla kazanılmadı, kansız bir devrimdi ve doğru siyasetin başarısı oldu. Bu siyasetin merkezinde de Rojava’yı çatışma alanı haline getirmemek ve herkesle taktik ilişki içinde olmak vardı. Fakat şimdi Rojava Özgürlük Hareketi bu tutumda görünmüyor. Her şeyden önce, çok savaşçı kesilmiş durumda ve her şeyi savaşla halletmek istiyor. Halbuki önce siyasal yaklaşım gerekli, siyasette derin ve geniş olmak gerekli. Ama sanki siyaset unutulmuş gibi. Herkesle ilişki içinde olmayı öngören bir hareket, şimdi neredeyse herkesle savaşır hale gelmiş durumda. Belliki bunun düzeltilmesi gerekiyor.
Diğer yandan düşmanı iyice tanımak ve doğru tarif etmek lazım. Karşıt olan herkese “Çete” deyip geçmek fazla sonuç vermez. Deniyor ki, bu çete denenler El Nusra örgütüne aitler. Yine El Nusra örgütü de El Kaide’nin bir kolu. Bu durumda Rojava Kürtleri ve dolayısıyla tüm Kürtler El Kaide ile savaşa tutuşmuş oluyorlar. Hem de seferberlik düzeyinde! Halbuki bizim bildiğimize göre hiçbir parçada Kürtlerin El Kaide ile savaş yapma kararı yok. El Kaide’ye “Çete” de demiyorlar. Ayrıca Rojava da dahil hiçbir yerde şu koşullarda Kürtlerin El Kaide ile savaştan kazançlı çıkması mümkün değil.
El Kaide’nin Kürtlerle savaşma ve Rojava Devrimini yıkma kararı var mı, bilmiyoruz. Normalde olmaması gerekiyor. El Kaide’nin Kürtlerle, PKK ile savaştan kazanacağı fazla bir şey olamaz. Kaldı ki El Kaide ya da onun kolları böyle bir şey yapmak istese bile, bu durum Kürtlerin hemen savaşmasını getirmez. “Oldu bittiye geldik” demek de politik duyarlılık ve tedbirden uzak olunduğunu gösterir.
O halde Kürtlerin Rojava Devrimini yıkma amaçlı saldırılara karşı kesin bir tutumla ve sonuna kadar direnirken, aynı zamanda siyasetin çözümleyiciliğini kullanmaları da önemlidir. Aynı zamanda KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığının çağrısına da kulak vermeli ve asla ülkeyi, Rojava’yı terk etmemelidir. Rojava halkı için şimdi şunlar lazım. Direniş, siyaset ve ülkede kalmak! Bu üç silahı iyi kullanırsa Rojava Devrimi yine kazanır ve her zaman kazanır!..
Kaynak: Yeni Özgür Politika