6-8 Ekim olaylarında görüldüğü gibi PKK ve bağlı şebekeler, “hem ayağına bas hem de bağır” siyaseti güdüyor. Yani hem saldırıyor, hem mağdur rolü oynuyor. Bunu yaparken özellikle “dindar halka” saldırılarında başlıca üç yöntem kullanıyor. Bunların deşifre edilmesi artık bir zorunluluktur. Burada bir algı operasyonu da var. Eylemdeki şiddetçiliği, güya söylemdeki dezenformasyonla, yanlış bilgilendirme ile gerekçelendirmeye çalışıyorlar. Maalesef buna bazı medya araç ve alanlarını da, bilinçli-bilinçsiz bazı medya mensuplarını da alet ediyorlar. Yöntemleri şunlardır. (Bunların hiç de öyle masumane söylemler olmadığı da aşağıda ispatlanacaktır.)
1. Efendim, 90’lı yıllardan kalma bir ‘HAFIZA’ söz konusudur. “Güya Hizbullah’ın 90’lı yıllarda işlediği faili meçhul cinayetler ve PKK’ye yönelik saldırılarının travmatik etkileri halen sürüyormuş o yüzden PKK de şimdi onlara saldırıyormuş. Bunun makul görülmesi gerekiyormuş!” gibi hileli bir söylem geliştiriliyor. Bu, külliyen yalandır.
Nasıl ki 6-8 Ekim olaylarında ilk PKK saldırmışsa; aynen onun gibi kamuoyunda “Hizbullah-PKK” çatışması olarak bilinen olayların başlatanı da yine PKK’dir. PKK, bölgeyi dindarlardan temizlemek için ilk öldürme eylemini 17 Mayıs 1991’de Şırnak’ın İdil ilçesinde gerçekleştirmiştir. İdil’de İslami bir kitapevi sahibi Şerif Karaaslan’ın evine saldırı düzenleyen PKK, Şerif’in yaşlı anne babasını (Haci Sabri ve Hayriye Karaaslan) katletmişlerdi. Evdeki 3 yaşındaki bir çocuk da yaralı kurtulmuştu. (Şerif Karaaslan da daha sonra PKK tarafından katledildi.) Şimdi HDP Milletvekili olan Hasip Kaplan da bu olayın şahididir. Bugünkü tavrının tersine, o gün, o taziyede bulunmuş, PKK’nin yanlış yaptığını söylemiştir. Bölgedeki dindar halk, PKK ile çatışmak istemediğini PKK’ye iletmiş. Ama PKK’nin tacizkâr tutumları devam edince, bölgedeki dindar halkı temsilen, Hizbullah da 3 Aralık 1991’de yani PKK’nin öldürme eyleminden 7-8 ay sonra İdil’de Mihail Bayru isimli Süryani asıllı PKK sorumlusunu öldürmekle cevap vermiştir. Bilinenin aksine; Hizbullah’ın PKK’ye yaptığı ilk eylemin intikamını da devlet güçleri orada almışlardır. Mihail Bayru’ya yönelik eylemde bulunan Hizbullah eylemcisi Muhammed Ata Zengin, Özel Harekât timlerince takip edilip adeta bir yargısız infaz şeklince katledilmiş, yaralı yakalanan arkadaşı da müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. (Bu mudur Devletin Hizbullah’ı koruyup kolladığı, hatta kurduğu palavraları?) Bu konudaki detaylar için, Cemal Tutar ve Av. M. Hüseyin Yılmaz tarafından kitap haline getirilen “Hizbullah Ana Davası Savunmalar*”ına başvurabilir. (*Dua Yayıncılık)
Aynı şekilde yorumlarını yanlış yapıp çarpıtmasına rağmen Hizbullah-PKK çatışması olarak gelişen eylem ve olaylar zinciri gün be gün, o günkü Ülke ya da Gündem ismi ile yayınlanan gazetede, yine Azadiya Welat isimli Kürtçe gazetede kayıtlıdır.
Bugün bir “Hakikatleri Araştırma Komisyonu” kurulsa, en iyi kaynak PKK’nin bu yayınlarıdır. PKK’nin bu yalan propagandalarını (Belki onlar başta böyle düşünmemişlerdir) çürütecek, kimin hangi olayları yaptığı –çarpık yorum ve dezenformasyonuna rağmen, yine PKK’nin bu yayınları ve arşivleridir. Bu gün saldırgan olarak gösterilmesinin aksine, dindar halk ve Hizbullah’a o gün de saldıran PKK’dir. Camilerde toplu kıyımlar yapılmıştır. Yine en önemlisi Hizbullah Lideri Hüseyin Velioğlu, devlet güçleri ile daha ilk temasında adeta yargısız infaz şeklinde katledilirken Öcalan, Türkiye tehdidine karşı, uluslararası bir proje ile yine Türkiye eli ile güvenlik ve emniyeti sağlanmış, bu gün Türkiye Devleti ile müzakere eder konuma getirilmiştir.
2. PKK’nin saldırganlığını meşrulaştırmaya yönelik yine şöyle bir propaganda işletiliyor. Efendim, PKK’yi, KCK’yi, HDP’yi hatta bazen Apo’yu bile ‘dinlemeyen, zapt edilemeyen, kalıbına sığmayan’ bir gençlik varmış! Bunların her birisinin evinde 90’larda öldürülen akrabalarının resimleri asılıymış! Bunlar sokağa çıkarlarken, birikmiş öfkelerinin de (!?) etkisi ile yakıp, yıkıp yağmalıyorlarmış...? Bu yüzden bunları biraz doğal karşılamak lazımmış...! Bilmem daha neler...!
Aslında bu düzmece yalan kurgu balonla, hem çevreye korku salmak, hem PKK’yi uyguladığı mafyavari tezgâhlardan uzakmış gibi göstermek, hem de mağdur ve masum gençlik edebiyatı üzerinden Vandalizm’e karşı bir hoşgörü sağlamak çabası hedefleniyor.
İşin aslı ise şudur: BDP-HDP içindeki milletvekilleri kanunlardaki “Milletvekili Dokunulmazlığı” kanuni gerekçesi kalkanına bürünerek hakaret ediyorlar, hatta Sabahat Tuncel, Özdal Üçel, Bengi Yıldız gibileri polisleri tokatlıyorlar. Aysel Tuğluk, asker taşlayıp herhangi bir müeyyideye maruz kalmayınca peşlerindekiler de kimse bize bir şey diyemiyor havasına girip sağa sola saldırıyorlar. Gerçekten çoğu kez kolluk kuvvetleri yakmalarına-yağmalarına, saldırganlıklarına seyirci kalıyor. Bengi Yıldız, milletvekili iken Batman caddelerinde gerilla kıyafetiyle polis aracı taşlıyor, yol kapatıyordu. Hiçbir müdahale ve müeyyideyle de karşılaşmadı. İşte propagandası yapılan sözde güç buradan geliyor. Yoksa öyle bendini çiğneyen bir gençlik yok. O gençliğin ne olduğunu önce aileleri, sonra yakın çevreleri ve maharetlerini de bölge halkı çok iyi biliyor. Bir de bilenler biliyor.
3. Medyada konuşturulanların kimlik ve kişilik çelişkileri; Müslüman Halka, İslami Parti ve STK’lara yönelik PKK saldırılarını savunmak için Ayhan Bilgen, Altan Tan, İhsan Eliaçık gibi geçmişinde bir şekilde yolları Mazlum Der, Refah Partisi vb. İslami yapılarla kesişmiş şahısları medyaya ekranlara sürüyorlar. Sözde Müslümanları yine Müslümanlarla vurma ya da susturma taktiğidir bu. Ama aleyhlerine dönüşecek.
Tam da bu nokta da, Türkiye’deki İslami kesimlerin ve genel kamuoyunun dikkatlerini bir noktaya çekme farziyeti oluşuyor. Bakın; geçmişte de PKK’ye karşı kendini savunmak zorunda kalan Müslüman Halk, aynı şekilde Hizbullah; güya İslami kesimleri ve şahsiyetleri hedef almakla suçlanmış, aleyhlerinde propagandalar yapılarak hem PKK karşısında, hem de dönemin Jitemvari yapıları önünde yalnızlaştırma yoluna gidilerek adeta imha edilmeye terk edilmişlerdir.
Bu gün buna dikkat etmek ve şu soruyu sormak gerek: Madem bu çatışma ve gerginlik HÜDA PAR ve HDP arasında ise veya Hizbullah-PKK arasında ise; PKK’yi savunmak için Selahaddin Demirtaş, Hasip Kaplan, Bengi Yıldız, Aysel Tuğluk, Emine Ayna, Ahmet Türk, Sabahat Tuncel gibiler dururken, neden HÜDA PAR ve Hizbullah’a karşı Ayhan Bilgen ve onun gibiler çıkar ya da çıkarılır? Neden PKK avukatlığına soyunuyor, saldırıya uğrayan dindar kesimleri yalan propagandalarla karalamaya alet ve taraf oluyorlar? Kimin safındadırlar?
Bugünkü durum aslında geçmişin de tekrarıdır. Geçmişte olduğu gibi, HÜDA PAR gibi yapılar aslında hedefe konulup saldırılıyor. Bu dikkatten kaçırılmamalıdır. Bölgenin Müslüman ve Dindar iklimi, PKK’nin sol-sosyalist ideolojisine tarla ve hasat yeri yapılmamalıdır.
PKK de Müslüman Kürt halkını, hem de İslam coğrafyasının merkezinde, İslam Ümmetinin en önemli unsurunu, Enver Hocanın komünist Arnavutluk’una dönüştürme hayalinden vazgeçmelidir. Buna kimsenin gücü yetmez. Allah’ın inayetiyle... Allah’a emanetsiniz.