Allah’ın adıyla... PKK’nin merkez koordinatlarından beşincisine geldik. “Beşincisi: Demokrasiyi adeta kutsayanların yeri ve zamanına göre sadece kendilerine yaradığında demokrat olmalarının insanlar üzerinde oluşturduğu antipatidir.” Devasa ve güncel örnekleriyle gözümüzde canlanan koca bir sorunu işaret ediyor bu eleştiri.
Helvadan putlara tapan sonra acıkınca onları yiyen müşriklerin trajikomikliğinin yetme versiyonudur, bu durum. Çok da geçmişe gerek yok, Cezayir’de 1991 de oyları süpürüp iktidara yürüyen FİS’e karşı yapılan askeri darbenin karşısında demokrasi havarisi olan batının sessizliği demeyeceğim; çünkü o darbenin arkasında başta Fransa olmak üzere Batı dünyası bilfiil vardı.
Demokrasi, insan hakları, özgürlükler o gün nasıl rafa kaldırılıp hiçbir kıymet arz etmediyse bugün sıcağı sıcağına Mısır’da seçimle işbaşına gelen bir cumhurbaşkanına ve hükümete yönelik askeri darbe sırasında da hiçbir kıymet arz etmedi. Batı’nın, demokratların(!) çifte standartlıklarının en büyük göstergesidir. Özgürlüklerden dem vuranlar, seçme ve seçilme edebiyatını yapanlar, insan hakları noktasında mangalda kül bırakmayanlar maalesef Mısır’daki darbeye darbe bile diyemediler. Öyle ki bu darbe yönetimleri tarafından binlerce insan hiçbir şiddete bulaşmamalarına rağmen katledildi, on binlercesi de hala cezaevlerinde tutuluyor. Bir kedi bir köpek için dünyayı ayağa kaldıran, kıyametler koparan demokrasi havarilerinin binlerce masum insanın ölümü karşısında sessizliği, tepkisizliği, üç maymunu oynamaları, dut yemiş bülbüle dönüşmesi; üstüne üstlük doğrudan ve dolaylı bu darbe yönetimlerine sundukları maddi ve manevi destekleri karşısında ‘demokratlığınız batsın’ demekten insan kendini alamıyor, doğrusu. Cezayir’de, Mısır’daki bu çelişkinin sebebi; iktidara gelenlerin batı zihniyetinde olmamasından başka sebep yok. Yani batının ve –istisnalar hariç- hemen hemen demokratların(!) tümünün demokratlıkları kendilerine yarayıncaya kadardır. Demokrasi onları başa getiriyorsa, demokrasi devlet yönetimini altın tabaklarda, deri koltuklarda kendilerine sunuyorsa demokrasi iyidir, vazgeçilmezdir, olmazsa olmazdır, hatta kutsaldır. Yok, eğer; bunun aksinde ise demokrasi yenilmeyi çoktan hak etmiş helvadan öte değildir.
PKK ve türevlerinin demokratlığının notu, batının demokrasideki düşük notundan çok yüksek değildir. Kobani bahanesiyle demokrasi ve gösteri yapma hakkı adı altında şehirleri ateş topuna çevirmesinden, yolları kesmesinden, işyerleri yakıp talan etmesinden, İslami sivil toplum kuruluşlarına uzun namlulu silahlarla saldırmasından çok net anlaşılabilir.
Bu yine de çok garipsenecek bir durum değildir. Kimin için derseniz, PKK ve türevlerini iyi bilenler için. Zira PKK ve türevlerinin demokraside çifte standart olması kendi açısından eksi değil, artıdır. Çünkü PKK’nin demokrasi teorisinin bunun gerektirdiğini daha önce aldığımız alıntılar ortaya koyuyor.
İlginç ve daha garip olan PKK’nin daha önceki pratikleriyle sıklıkla karşılaştığımız saldıran, yakan, yıkan, öldüren, linç eden, mağdur eden kendisiyken hem de mazlum edebiyatını oynayan kendisidir.
PKK’nin demokrasisini ve demokrasi anlayışını bilmeyen hiçbir şey görmemiştir ve bilmiyordur.
Neden mi? Çünkü demokrasi ve barış adı altında ihanet, alçaklık, düşmanlık zirve yapmış bir anlayıştır bu. Bu anlayışı tarifim nakıs değilse ziyade değildir. Gerçekten de bunu görmek anlamak için bir düşünceye sahip olmaya, bir eğitim görmüş olmaya ihtiyaç yoktur; bunun için tarafsız, objektif ve adil bir bakış açısı yeterlidir. Bunlar yoksa hakikat değil tarafgirlik, kin, nefret, öfke, fitne, düşmanlık, körlük ve taassup ortaya çıkar.
Şehirleri ateş topuna dönüştüren bu yaklaşımdır, bu eksiklik, bu körlüktür. Nihayetinde özürlü bir demokrasinin getirdiğidir. Acısı çekilen en büyük eksiklik insaf, vicdan, akıl, izan ve tarafsız bir bakış açısının olmamasıdır. Bu da aklı kiraya vermiş; vicdan ve insafı tatile çıkarmış. Adı ne olursa olsun, hangi anlayışla yapılıyorsa ve hareket ediliyorsa edilsin yakılan bir fitne ateşinden herkesin nasipleneceğini sadece aklı olan değil etrafına biraz bakan da bilir/bilmelidir.
Zira herkesin din, mal, namus ve canının dokunulmaz olduğu, bu dokunulmazlıkları saldırıya uğrayan herkesin meşru müdafaa hakkına sahip olduğunu ve hiç kimsenin bu hakkını kullanmaktan geri kalmayacağı muhakkaktır.
Madem öyle burada ehemmiyetle üzerinde durulması gereken nokta; din, dil, ırk, renk, fikir ve coğrafya ayrımı yapmadan hak, hukuk, temel insan hakları, özgürlükleri noktasında herkesin eşit olduğu hususunu dile getirme cesaretinde ve bunları herkese sunabilme zirve erdemliliğinde bulunmadır. Varsın birileri demokrasi, insan hakları, hak ve hukuk edebiyatının gölgesinde saldırıp, katletmeyi, yakıp yıkmayı marifet saysın. Batının çifte standart demokrasisini model almakla ortaya çıkan kirli ve illetli iki değil belki üç-dört yüzlü olan paradigma çökmeye mahkumdur.
Unutmayalım ki; istikbal her ne olursa olsun olayları, durumları, fikirleri, bireyleri, toplumları, örgütleri, cemaatleri, kurum ve devletleri ele alırken onlara karşı yaklaşım belirlerken alıcı ve vericilerinin frekanslarını hak ve hakkaniyet üzerine, gerçek bir tarafsızlık ve objektiflik üzerine ayarlamak için Allah ve davası için izzetli bir ölümü zilletli bir hayata tercih edenlerindir.
Sahte ilahlara, kadına, mala, makama ve korku imparatorluğuna kul olan “Zalimler nasıl bir inkılapla devrileceğini çok yakında görecektir.” (ŞUARA/227)