Hamza Yılmaz / Doğruhaber / Haber Yorum
Diyarbakır’dan ekranlara yansıyan bir kare yüreği yanan bir annenin feryatlarıyla çınlıyor. Acılı anne Aysel Bökçüm, biricik oğlu Sinan’ın 23 Nisan’da Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ile Mezopotamya Gençlik Araştırma Merkezi Derneği (MEGAM-DER)’in düzenlediği pikniğe gittiğini ancak pikniği organize edenlerin oğlunu PKK’lilere teslim ettiğini söylüyordu. Yüreği yanan anne, “Ben oğlumu istiyorum. Sesimi duyan herkesten oğlumu istiyorum” diyerek yanan yüreğine serpilecek bir su bekliyor.
Karşılaştığımız bu manzara yeni bir durum değil. On yıllardır PKK; bazen korkutarak, bazen kaçırarak, bazen tehdit ederek, bazen kandırarak gençleri dağa götürüyor. Marksist fikir halk arasında kabul görmeyince, halkı ikna edemeyen PKK tehdit ve baskıyla dağ kadrosuna insan kazandırmaya çalışıyor.
Giden çocuklarının bir daha geri gelmeyeceğini bilen yüreği yanık analar da bu manzaraya karşılık içten içe gözyaşı döküp hiçbir şey yapamamanın acısını yaşıyorlar.
Ancak bugün bir anne “ARTIK YETER” diyor. Annelik duygularının vermiş olduğu güçle kendi halkına korku salan, kendi halkına zulmeden ve sadece silahtan beslenen PKK’ye meydan okuyarak, “Ben oğlumu istiyorum” diyor.
Büyük olaylar hep küçük kıvılcımlarla başlar. Her toplumsal hareketin altında bir sebep vardır. Bu durum ya bir ayağa kalkış, ya bir tepkiselleşme veya dik duruş tavrıyla gerçekleşir.
Bugün gözü yaşlı annenin feryatlarını dinleyince insanın aklına şu sorular geliyor: “Acaba Kürt halkı artık sırtında bir kambur gibi duran PKK’ye,’ yeter artık, düş yakamızdan. Kendi halkına yaptığın zulümler yeter. Yaktığın yürekler yeter. Döktüğümüz gözyaşları yeter’ diyecek noktaya gelmiş midir?”
Elhasıl acılı annenin göz pınarlarından akan yaşlar PKK’ye karşı halkın takınacağı tavrın bir başlangıcı mıdır? Bu gözyaşları PKK’ye karşı bir halk hareketine dönüşür mü?
Bu soruların cevabını zaman gösterecek. Ancak kesin olan bir şey varsa o da, artık Kürt halkı Kürdistan’da PKK’ye prim vermeyecek.