Diyarbakır’da PKK/HDP canileri tarafından işlenen cinayetler ve yapılan vahşetler bir kez daha dikkatleri PKK isimli mürted örgütün üzerine çekti. Nasıl olurda insanlar kurşunlanıp bıçaklanarak üçüncü kattan atıldıktan sonra yine bıçaklanıyor, kafaları taşla eziliyor, kafaları kesilmeye çalışılıyor, yetmiyor üzerlerinden araba ile geçilerek eziliyor ve bedenlerine benzin dökülerek yakılmaya çalışılıyor. Bu vahşeti canavarlaşmış bu yaratıklara hangi fikir, hangi düşünce, hangi inanç yaptırıyor. Hem de içinden çıktığı halkın çocuklarına, hatta akrabalarına karşı bu vahşetler yapılıyor.
IŞİD’in Kobanê’ye saldırmasını gerekçe gösterilerek PKK/HDP yandaşlarından oluşan çetelerin bu vahşetleri yaptığı iddia ediliyor. IŞİD’le hiç alakası olmayan, hatta IŞİD’in tekfir ettiği HÜDA PAR’lı gençlerin hedef alınarak bu vahşetlerin işlenmesi, aslında Kobanê’nin işin bahanesi olduğu, esas amacın Kürdistan’da İslam’ı ve İslam’ı temsil eden bütün yapıların ortadan kaldırılması, ya da kendi potası içinde eritme amacını taşıdığı biliniyor. Ve şu anda Kürdistan’da önlerindeki en büyük engel örgütlü bir yapı olan HÜDA PAR camiasıdır.
1990’larda da IŞİD’mi vardı?
Aslında PKK’yi tanıyanlar için yaptıkları bu vahşetler hiçte yabancı gelmiyor! O dönemde de, yani 90'lı yıllarda da yine aynı vahşetleri işlemişlerdi. Kundaktaki çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar sırf kendilerinden olmadıklarından dolayı Öcalan’ın, “tavuklarına kadar öldürün” talimatıyla, köylerinde evleriyle beraber kurşunlanıp yakılmışlardı. Yakaladıkları insanları özellikle dindarların vücutlarına, gözlerine naylon akıtarak türlü işkence ile katletmişlerdi. Kulp’ta Öğretmen olan ve aynı zaman da Kulplu olan Orhan Korkmaz’ı sırf dindar olduğu için ve Hizbullah cemaatiyle de hiçbir alakası olmadığı halde böyle vahşi bir şekilde şehid etmişlerdi. Cizre’de Hasan ve Seyit Hüseyin’i kaçırıp daha sağken ellerini, ayaklarını keserek alçakça ve hunharca şehid etmişlerdi.
Kürdistan’ın bir çok yerinde, yollara koydukları mayınlarla hedef gözetmeden bir çok masum insanın parçalanarak hayatını kaybetmesine sebep olmuşlardı. Sözde Kürtlerin özgürlüğü adına yola çıkan bu vahşi zihniyet en fazla Kürtlere zarar vermiş, binlerce canın yitirilmesine, binlerce köyün yakılıp, yıkılıp, boşaltılmasına ve Kürd insanının şehirlerin varoşlarında sefalet içerisinde perişan olmasına sebep olmuşlardır.
Bütün bu vahşetlerin yaşanmasına sebep olan bu Marksist mürted örgüt nasıl ortaya çıktı, nasıl bu aşamaya geldi ve hangi düşünceyle gençleri zehirleyip mensup olduğu halka karşı, bu şekilde kinle doldurup canavarlaştırıyor?
Bunun üzerinde biraz durmak gerekiyor.
Tarihin her döneminde yaptıklarıyla iz bırakan hareketler ve insanlar olmuştur. Kimileri insanlık için yaptıklarıyla faydalı olmuş ve kendilerinden sonra gelenler için güzel örnek oluşturmuşlardır. Peygamberler ve onları takip eden salih insanlar bu güzel örneklerdendir.
Kimileri de insanlık tarihinde işledikleri cinayet ve vahşetlerle kötülük timsali olmuşlar ve her anıldıklarında lanetlenmişlerdir. Firavun, Nemrud, Hitler, Stalin ve benzerleri de kötülüğün ve zalimliğin örnekleri arasına girenlerdir. Özellikle son asırda İslam dünyasında ve coğrafyamızda da ekleyebileceğimiz bir çok isim ve yapı vardır.
Kürdistan’da bilindiği gibi son otuz kırk yıldır yaşanan bir çatışma ortamı vardır. Bu çatışmanın aktörlerinden biri Kemalist devlet, diğeri ise Marksist PKK’dir. Kemalist devletin kuruluşundan itibaren uyguladığı inkar ve imha politikaları sebebiyle zaman zaman ayaklanmalar çıkmış, ancak bunlar çok kanlı ve zalim bir şekilde bastırılmıştır. Kürdistan’da Şeyh Said kıyamı ve Dersim olayları bu örnekler arasındadır. Anadolu’da Yozgat ve Konya başta olmak üzere devletin başındakilerinin İslam’a düşmanlıkları ve İslam’a aykırı uygulamalar yüzünden ortaya çıkan ayaklanmalar yine aynı şekilde zalimce bastırılmıştır.
Uzun bir dönem diyebileceğimiz bir süreç içerisinde, Kemalist devletin bu despot uygulamaları yüzünden, rejime muhalif bir hareket ortaya çıkamamıştır. Ta ki 1960’lara gelinceye kadar.
1960’larda dünyada esen sol sosyalist rüzgarı Türkiye’yi de etkisi altına almış, özellikle üniversitelerde gençler arasında popülerlik kazanmıştır. 1960 darbecilerinin sol kesim için açtığı alan ve tanıdıkları özgürlükler sayesinde Marksist düşüncenin üniversitelerde taban bulmasına yardımcı olmuştur.
Bu dönem de, özellikle batıdaki yatılı okullarda okuyan ve üniversitelere giden Kürd gençleri arasında da, okullardaki solcu öğretmenlerin etkisiyle Marksist düşünce yayılmış ve taraftar bulmaya başlamıştır. Özellikle Kürtlerin ezilmişliği üzerinden yapılan propagandalarla dindar olan Kürt gençleri solun ağına düşüyor ve kendi ideolojik gayeleri için kullanılıyorlardı.
Bütün bunlar aslında bir devlet politikasından başka bir şey değildi? Kürtlere yaptıkları zulümler sebebiyle Kemalizm’in Kürt gençleri arasında revaç bulamayacağını bilen devlet aklı, bunun yerine Kürd gençlerinin İslam’a kaymaması için Marksizm’i uygun bulmuş ve eğitim kurumlarına atadıkları sol düşünceli kadrolarla bunu uygulamaya koymuşlardır. Çünkü Marksist düşüncenin özellikle dindar Kürd halkı arasında taban bulamayacağını bilen bu habis akıl, bu sayede sol düşünceyi benimseyen okumuş kesimle, halk arasında bir uçurum olacağını ve dolayısıyla kendileri için bir tehlike yaratmayacağını biliyorlardı.
Tabi bu aynı zamanda muhafazakar olan Türk halkı içinde geçerli idi. Türk gençlerinden Kemalist yapabileceklerini Kemalist, olmayanları ise Marksizm ve diğer beşeri ideolojilerle zehirleyerek kendisi için tehlike olmaktan çıkarmaktı. Yani esas gaye okumuş kesimi İslam'dan uzaklaştırarak toplum ile aralarındaki bağı koparmak ve İslam’ı kendileri için bir tehlike olmaktan çıkarmaktır. Çünkü Kemalist rejim için en büyük tehlike daima İslam olmuştur.
İlginçtir sol düşünceyi benimseyen bu Kürd gençlerinin ilk hedefe koydukları Kürd halkının inancı, yani İslam olmuştur. Kemalizm ise ikinci planda kalmıştır. Hatta Öcalan, Kemalizm’e methiyeler düzerek Kemalizm’in ilerici bir düşünce olduğunu bile söylemektedir. Kemalist olsun Marksist olsun bu düşünceleri benimseyen herkes İslam’a düşmanlıkta adeta birbirleriyle yarışıyorlardı.
1960’lardaki sol kesim Türk olsun, Kürd olsun Kemalizm’e fazla bir eleştiride bulunmamış, hatta savunmuşlardır. Mesela Deniz Gezmiş, Mustafa Kemal’in mücadelesini ve fikirlerini övmüş ve sonradan gelenlerin bu düşünceleri saptırdığını iddia ederek Kemalizm’in savunuculuğunu yapmıştır. Ancak hepsi de İslam’a düşmanlık noktasında birleşerek, kendilerini yetiştirenleri mahcup etmemişlerdi.
Devamı gelecek...