Allah (c. c), yukarıda zikrettiğimiz ayeti kerimede, kendi zatına verilen ahidden bahsetmekte ve Müslümanların bu ahde bağlı kaldıkları ve bozmaya asla yeltenmediklerini bildirmektedir. Müslüman olma vasfını üzerlerinde taşıyan ve bu vasıflarına halel getirmeyeceklerine dair Rablerine söz verenler, bu ahdin ne kadar ağır olduğunu ve ihmal edilmesi durumunda dünya ve ahiret hüsranına sebebiyet vereceği hakikatini bilerek hareket eder ve hayat yolculuğunda dikkatlice yürümeye çalışırlar.
İslam hayat sisteminin hâkim olmadığı toplumlarda, Müslümanca yaşamanın ve hizmet etmenin ciddi bir bedelinin olduğunu duyarlı her Müslüman bilir ve bunu idrak eder. Hayatın tüm alanlarının haramla ve münkeratla kuşatılmış bir dünyada yaşayıp da o haramlara ve günahlara bulaşmadan yaşamak ve hizmet etmek elbette külfetli ve sıkıntılıdır. Ancak, Allah inancı ve ahirette verilecek hesabın ağırlığı, her ne pahasına olursa olsun bu tür münkeratlardan uzak durmayı gerektirir. Resulullah (salallahu aleyhi ve sellem), bu zorlu dönemde Müslümanca yaşamayı, “avuçta kor tutmak” olarak değerlendirmiştir. Ancak, bu dönemde Müslümanca hayat sürdüren insanlar için, büyük sevap ve kazançların olduğu, hatta bu kazancın “Sahabenin kazanmış olduğu sevabın elli katı kadar olduğunu” da müjdelemiştir.
Müslümanca yaşama yolunda omuz omuza vermiş olduğumuz kardeşlerimiz, Allah (c.c)’a hakkıyla kul olmanın, haramlardan ve masiyetlerden korunmanın ne kadar zahmetli olduğu, Allah (c.c)’a vermiş olduğumuz ahde sadakatin ne kadar ciddi bedeller ödettirdiğinin farkındadırlar. Bu toplumda, sadece Kur’an öğrenmek için camilere giden veya camilere gelen çocuklara Kur’an dersi vermeye çalışan gençlerden binlercesine ağır cezalar verip zindanlara nasıl sürüldüklerine şahit olmuşuz.
“Artık siyasi İslam’ın dönemi bitmiştir, İslam dini insanların hayatına hükmetmeyecektir ve Müslümanlar, mevcut sistem ve nizamları kabullenmek durumundadır” deyip, Müslümanları İslam’ın gerçeklerinden koparmaya çalışan nice düşünce sahibi Müslümana şahit olduk. Bunların düşünce ve ifadelerinden cesaret alan düşman güçlerin, İslam akidesi üzerinde sabit kalmaya çalışan Müslümanlara nasıl saldırdıklarına tanık olduk. Bütün bu saldırı ve ifsad hareketlerine karşı, Allah (c.c)’a vermiş oldukları ahde sadakat gösteren Müslümanların, hem mallarını hem de canlarını akidelerine siper edip kendilerini feda ettiklerine ve şeytanın dostlarına hadlerini bildirdiklerine de şahit olmuşuz.
İslam, Allah (c.c)’ın biz Müslümanlara bahşetmiş olduğu en büyük lütuf ve keremidir. “Güneşi sağ avucuma ayı da sol avucuma koysanız, Muhammed’in ruhu bedeninde bulunduğu sürece İslam dininden asla taviz vermem” diyen, Allah Resulünden İslam dersini almışız. “Bize denizi işaret etsen, ona atlamaktan asla tereddüt etmeyeceğiz” diyen Sa’d bin Muaz’lardan, Resulullah (salallahu aleyhi ve sellem)’a bağlılık ve Ona tabi olmanın dersini aldık. “Sizden önce gelen Müslümanları dinlerinden döndürmek için, başlarını testereyle ikiye bölüyor, demir taraklarla da etlerini kemiklerinden sıyırıyorlardı; yine de onlar dinlerinden dönmüyorlardı” diyen Resulullah (s.a.v)’tan, Müslüman olmanın bedelinin ne kadar ağır olduğunu öğrendik ve mücadele hayatımız için mihver kıldık.
Bir Müslümanın, İslami mücadeleden geri durması, sapması hatta davasından dönmesine sebep olan etken, ya dünya menfaatini kaybetme korkusu veya karşılaşacağı zorluklardan duyduğu endişedir. Müslümanlar olarak bizler, dünya menfaatimizi ve korkularımızı, çoktandır atmışız. Bizler, hem dünya hem de ahiret hazinelerinin üstünde oturmaktayız. Bu iman hazinesini, basit dünya menfaatlerine ve çıkarlarına asla feda etmeyiz. Bizler, kâr ve zararını iyi bilen feraset sahibi insanlarız. Başta Rabbimiz olmak üzere bizi yakından tanıyan insanlar şahittir ki, bu saate kadar Kur’an ve Sünnet çizgisinden, bilerek şaşmadık. Bilmeden yapılan hatalardan da Cenab–ı Allah (cc) kullarını muaf tutmaktadır. Bizler dünya ve dünya içindekilerini kazanmak için asla Kur’an ve Sünnet çizgisinden şaşmayacağız inşallah. Ve yine Rabbimizi ve bütün şahitlik edenleri de şahit tutarız ki, hangi ortam ve şartlarda İslami mücadelemizi sürdürürsek sürdürelim ve bu bize neye mal olursa olsun, bu İslami ilkelerimizden şaşmayacağız ve sağlam adımlarla yolumuza devam edeceğiz. İster medya ortamı olsun, ister vakıf, dernek vb. şartlarda mücadele olsun, isterse de siyasi arenada mücadele olsun, Kur’an ve Hz. Peygamber (sav)’in sünnetine muhalif bir söz ve davranış içine girmeyeceğiz. Zamanında bu kulvarlarda koşarken tökezleyenler, istenilmeyen durumlara düşenler olabilir. Bu tür kötü örnekler, Müslümanları, İslami sorumluluklarını ifa noktasında yıldırmamalıdır.
Bizler birbirimizi kontrol etmeye devam eder, Kur’an ve sünnetten en ufak bir sapmada bir birimize hikmetle müdahale ve ikazda bulunmayı ihmal etmezsek, mücadele hayatında emin adımlarla yürüyebiliriz. Hepimiz özel sorumluluklarımızın yanında kendimizi kardeşlerimizin tüm iş, söz ve davranışlarından da sorumlu hissedelim ki, bir yanlışlık, gayri İslami söz ve davranış içine girince birbirimizi ikaz edebilelim. Bununla birlikte iş yapan, koşup koşuşturanlar da kardeşlerinin ikazlarına açık olmalı, yerinde olmasa bile, yapılan ikazlara karşı müteşekkir olmalıdırlar.
İslam düşmanlarının ve fesatçıların Müslümanlara tahammül etmeyecekleri, onları yollarından döndürmek için her türlü şeytani plan ve desiseye başvuracaklarını duyarlı olan her Müslüman bilir ve bu gerçeğin farkındadır. Ancak, bu tür tehlikeler vardır diye Müslümanlar, İslami sorumluluklarını yerine getirmekten geri duramazlar.
Allah (c.c) bizleri, insanlığa hayır yollarını açmak, onları hayra ve selamete yöneltmek için yaratmıştır. Bizleri yeryüzünün varisleri ve önderleri kılmayı dilemiştir. İnsanların dünya ve ahiret selametleri ve kurtuluşları için bu asli sorumluluğumuzu yerine getirme noktasında asla gevşek durmayacağız. Bu istikametimizi korumakla beraber, olmamız gereken bütün alanlarda olacağız. Şunu hiç tereddüt etmeden söyleyebiliriz ki, –Rabbimizin lütuf ve keremiyle, onun ipine sarıldığımız müddetçe, O’nunla irtibatımız sağlam olduğu müddetçe, O’na sırtımızı dayadığımız müddetçe, yöneldiğimiz her alanda, Cenab–ı Allah (cc) bugüne kadar bize yardım ettiği gibi yine yardım edecek ve muvaffak olacağız inşaallah. Zaman, Müslümanların sürur duyacakları, mülhitlerin ise kahrolacakları zamandır. Onun için Müslümanlar olarak çalışma mesaimiz, “gece ve gündüzdür. “ Göstereceğimiz fedakârlığımızın ölçüsü ise, can, mal ve bütün varlığımızı ortaya koyup İslam davası uğruna feda etmektir.
Şu gerçeği Rabbimize hamd ederek söyleyebiliriz ki, gaybi yardımını bariz bir şekilde görüyoruz. Buna şükretmemiz ve hamdimizi daha bir artırmamız gerekir. İhlâs ve takvamızı daha bir doruklara çıkarmanın gayreti içinde olmamız gerekir. Rabbimizin razı olmayacağı fiil ve davranışlardan korkmamız ve çekinmemiz gerekir. Başarının sırrı işte buradadır. Şartlar her ne olursa olsun, takvadan asla taviz vermemek gerekir. İbadet ve taatimize, daha bir itina gösterip artırmamız ve mukarrebinlerden olmamız için, Allah (cc)’ın ipine sımsıkı sarılmamız gerekir. Kınayıcının kınamasından, azgınların tehdidinden, moral bozucuların fitnesinden asla etkilenmememiz ve bunlara aldırmamamız gerekir. Yolumuz, uzun ve zahmetlidir. Onun için yapmamız gerekenlere odaklanmamız ve istikametimizde sebat göstermemiz lazımdır. Allah (c.c) muttakilerle beraberdir. Allah (c.c) dinini aziz kılmak için cehd gösterenleri aziz kılacak ve onlara zafer lutfedecektir.
Ey Rabbimiz! Şahitsin ki, Senin rızan için yola çıktık. Bu gayenin dışında hiçbir arzumuz yoktur. Dünyalık hiçbir beklentimiz ve yatırımımız yoktur ve olmayacaktır inşallah. Tek yatırımımız ve sermayemiz davamızdır. Senin rızan için birbirini seven, senin rızan için hak üzerine bir birine itaat eden ve bir araya gelenlerin kalpleri, senin dinin, davan ve Resulünün muhabbeti üzeri birleşmiştir. Bizlere sabır ve sebat lütfet! Ayaklarımızı dinin ve davan üzerine sabit kıl! Bizlere vadettiğin zaferi ihsan et ey Rabbimiz!
Allah’a emanet olun.
Başyazı / İnzar Dergisi - Temmuz 2012