İnananlar olarak nesnel ibadetlere meyleden bir yapımız var. Cuma gibi. Hele de Ramazan ayında olunca ibadette nesnellik daha bir göze geliyor. Teravih misali.
İnanan bireyi şekillendiren ana unsur, bu gibi nesnel ibadetler midir yoksa nesnelliğin içindeki asıl unsur öznel ibadet mi? Yani açlık ve susuzluğu kaçamaklarla bozmak varken, gizliden atıştırmak/içmek mümkünken şeytana inat bunu yapmamak… Hangi ruh, hangi samimiyet ve hangi içtenlik buna engel diye düşünemeden edemiyor insan. Demek ki oruç nesnel, onu tutan irade öznel bir ibadettir. Ramazan nesnel onu tutan ruh, özneldir.
Acaba bu düzlemde bilinçli bir birey olarak yasakların gölgesinde nesnel ibadetlerden mahrum olmak öznel ibadetlerde bir kırılma meydana getirebilir mi yoksa aksi bir diriliş, bir öze dönüş veya ruha üflemeye dönüşebilir mi?
Allah’ın ödülünü kendine yüklediği oruç gibi bir ibadet, mefhum ve mana analizi çerçevesinde aynı ahvali Ramazan’ın bütününe giydirmesi hem bireyi hem çevresini bir imani atmosferle kuşatır. Bireysel talep toplumsal bir talebe dönüşüp tüm inananları içine alır. Bu, keyfiyetini bilmediğimiz ödülün motivesi olsa gerek.
Bu da bizi arz-talep pazarında gezgin yapar. Öznel ibadeti içselleştiren yaklaşımlar; ruhun motivesi, dinginliği ve arzusunu artırır. Ramazan’ın bu yönüyle kuşatıcı bir atmosferde geçmesi, canlılığın sürekliliğini beraberinde getirir.
Tespitler güçlü olmaya devam edecek şekilde nefsi sorgulamalar, tamamlanmaya muhtaç eksik ameller, sorma veya sorma girişimli ziyaretler, akraba hakkı, hatim, meal, tefsir veya siyer okuma, gece namazları, geceleri gıyabi dualar etme veya Kur’an okuma, maddi ibadet olarak fıtır ve zekât ifa etme gibi bu ayın idrak ve bilincini her birey, her hane ruhuna nakşetmeli/ediyor. Öyle ki bu ruh, bu bilinç devamlılığını koruyacak bir düzeyde bütün yıl sahibini beslemelidir.
Rahmet ikliminin yağmur yağmur ıslattığı zaman diliminin içinde lütfa ve ihsanlara gark olmuş inananlar olarak “Ol mahiler ki derya içreler deryayı bilmezler” söylem nankörlüğünden ve aymazlığından şiddetle kaçınmak lazım. İnsan fırsat tabiatlıdır. Kaçırmakla kınayacak tek şey nefsi/kendisidir.
Şartlar, imkanlar doğurur. Mucitlik, bu olguların gölgesindeki birikimdir. Ruhi mucitlik beklentiye dayalı değil, ötelere göre şekillenmiş icatları peyda eder. Karşılıksız ve gösterişsiz… Peşinci anlayış değil veresiyeli/ahiret alacaklı, rıza dairesi kaynaklı… “Namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (Enam: 162)
Peki, bu yazıyı niye kaleme aldım: Geçenlerde sosyal medyada bir gencin feryadına(!) şahit oldum: Babasıyla 17 saat aynı evde tutmadığı halde oruçlu görünmenin dayanılmazlığından bahsediyordu. 1600 beğeni almıştı. Düşündüm, düşündüm, düşündüm…
Sana mı seni beğenen güruhun aymazlığına mı yanayım, Fuzuli’ye mi hak vereyim bilemedim. Sadece kat etmemiz gereken yolun oldukça uzun olduğunu hatırladım. Avuçlarım dua dua diye karıncalanırken seccademin alnımdan, Ramazan’ın kalbimden öpmesi için sığındım bağlanmayan şeytanların şerrinden Allah’ın rahmetine…