Şüphesiz diğer zamanlardan farklı olarak; teravih, sahur, iftar ve mukabele gibi kavramlar, sadece Ramazan’a has mefhumlar ve değerlerdir. İnşallah Teâlâ bu yazımızda bu değerler ve mefhumlar üzerinde duracağız.
Teravih namazı: Teravihin manası rahatlamak veya güçlenmekten gelir. Aslında bu her iki mana da teravihin ruhunda vardır. İnsan teravihten sonra kendini daha güçlü ve rahatlamış olduğunu hisseder.
Teravih namazı, sevabı çok olan nafile namazlardandır. Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam: “Her kim Ramazan kıyamını (teravihi) inanarak ve sevabını Allah’tan umarak yerine getirirse onun geçmiş tüm günahları bağışlanır.” (Buhari, Müslim)
Teravih için camileri tercih etmek daha evladır. Cemaatle kılınan namazın sevabı 25 veya 27 kat daha fazla olduğu gibi, hiç kaçırmamak veya başkalarından geri kalmamak gibi bir nefis hoşluğunu da kazandırıyor insana. İftardan sonra insanın üzerine çöken uyuşukluğun teravihle gittiğini görünce kişi, daha da istekli ve gayretli olur.
Teravih namazının diğer namazlardan daha fazla rağbetle oluşu da bundan kaynaklanıyor.
Validemiz Hz. Aişe’nin rivayet ettiğine göre: “Bir Ramazan gecesinde Allah Resulü (s.a.v), evden çıktı, mescitte insanlarla birlikte namaz kıldı. Onunla birlikte namaz kılanlar sabahleyin bunu konuşunca ikinci gece daha kalabalık bir cemaat toplandı.
Onlar da bunu konuşunca üçüncü gece mescit tam doldu. Üçüncü veya dördüncü gecede mescide sığmayacak kadar insan toplandığını görünce, Allah’ın Resulü mescide gitmedi.
Ta ki sabah olunca gidip sabah namazını kıldırdı. Namazdan sonra cemaate dönüp kelime-i şahadet getirdikten sonra şunu buyurdu:
“Yaptığınız şeyi (namaz için toplanıp beni beklediğinizi) gördüm; bunun üzerinize farz kılınıp da sonra yapamayacağınızın korkusundan başka bir şey beni bundan alıkoymadı.” (Tac: c. 2. s. 64)
Bu olaydan sonra herkes teravihini kendi evinde veya mescitte yalnız kılmaya başladı. Ve bu durum Hz Ömer zamanına kadar böyle devam etti. Bir gün Hz. Ömer, Müslümanlarda gördüğü bir dağınıklık üzerine Ubey Bin Kab’ı çağırdı ve teravihin cemaatle kılınmasını emretti. İşte o günden beri bu şekilde devam ede gelmiştir.
Yine Hz. Ömer’in öngörüsüyle teravih namazı 20 rekât kabul edilmiş ve bunun üzerine icmâ oluşmuştur.
Sahur: İmsakten önce sahur vaktinde alınan yiyecek veya içeceğin adıdır. İmsak da misak kökünden gelir. İnsanoğlu bir nevi o gün için Allah ile misakını tazeliyor, iftara sebep olacak sözlerden ve fiillerden sakınmanın sözünü veriyor.
Sahura kalkmak sünnettir. Gecenin sonuna doğru yani tehir ederek sahur yemek ise ayrı bir sünnettir. Sahurun önemiyle ilgili birçok hadis-i şerif vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
“Bir tas suyla da olsa sahura kalkınız zira sahurda bereket (vücutta oruca karşı bir kuvvet) ve büyük ecir vardır.” (Muttefakunaleyh)
“Bizim orucumuzla ehli kitabın orucu arasındaki fark, bizim sahura kalkmamızdır.” (Buhari Müslim)
“Gündüz tutacağınız oruca karşı sahurla, gece kalkacağınız teheccüd namazına karşı da kaylule’yle (gün ortasında bir azıcık uykuyla) destek alarak kendinizi güçlendiriniz.” (İbni Mace, Hâkim)
İşte bu hadis-i şerifler, sahurun önemini, vücuda ve ruha olan maddi ve manevi faydalarını bildirmektedirler. O halde, daha güçlü, daha zinde bir vücutla ve daha azimli bir ruhla oruç tutabilmek için sahura kalkmakla, sahurunu tehir etmekle bu sünneti ihya etmek gerekir. Sahuru kaçıranlar onun ne kadar önemli ve ne kadar elzem olduğunu daha iyi anlarlar.
İftar: Fıtrattan gelen bir kelimedir. Fıtır sadakası da öyle, o da fıtratın zekâtıdır. Oruçlu olanlar için iftar vaktinin girmesiyle fıtri olan şeyler mubah oluyor, yani hayat normal akışına dönüyor.
İftarda acele etmek yani akşam vakti girer girmez oruçlu kişinin iftarını açması sünnettir. Bununla ilgili birçok hadisi şerif vardır.
İşte bunlardan bazıları:
“Allah (c.c), buyurdu ki: “Bana kullarımın en sevgilisi, iftarını açmakta acele edendir.” (Kudsi hadis)
“İnsanlar iftarını acele açtıkları müddetçe hayırdan ayrılmazlar. İnsanlar iftarda acele ettikçe din hâkim olmaya devam eder. Çünkü Yahudiler ve Hıristiyanlar onu tehir ederek dini zorlaştırdılar (insanlara nefret ettirdiler.)” (Ebu Davut)
Sahabeden Ebu Atiye diyor ki: ‘’Ben ve Mesruk, Hz. Aişe’nin yanına vardık, “Ey müminlerin annesi! Resulüllah’ın ashabından iki kişi vardır ki, hayırdan geri kalmıyorlar; biri iftarını açma ve namaza başlamada acele davranıyor; diğeri de bu ikisini tehir ediyor” dedik. Hz. Aişe: “Onlardan acele eden kim ve tehir eden kimdir?” dedi. Biz: “Acele eden İbni Mesud, tehir eden de Ebu Musa’dır” dedik. Hz. Aişe: “Allah resulü (s.a.v), İbni Mesud gibi yapardı” dedi. (Müslim Ebu Davut Tirmizi ve Nesei)
Bu hadis-i şerifler, iftar vaktinin girmesiyle oruçlu kişinin iftarını açmakta acele davranmasının sünnet olduğunu öğretiyor. Tıpkı vaktin girmesiyle namazı vaktin evvelinde kılınması gibi! Bu her iki sünnetin gerçekleşmesi (vaktin evvelinde hem namazını kılmak hem de iftarını açmak) için, hurma veya su gibi hafif bir şeyle iftarını açıp namazını kıldıktan sonra asıl iftar yemeğini yemek gerekir. Bu hususla ilgili Enes’ten gelen bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:
“Allah Resulü (s.a.v), iftar vakti girince namaz kılmadan önce birkaç hurmayla veya birkaç yudum suyla iftarını açardı.” (Ebu Davut, Tirmizi)
İftar duası: Sabır ve tahammülün azaldığı bir anda duaya zaman ayırmak çok önemlidir ve erdemli kişilerin işidir. İşte bu vakitlerden biri de iftar saatidir. Bununla ilgili Allah Resulü (s.a.v)’ den varit olmuş birçok dua çeşitleri vardır.
İşte bunlardan bazıları:
“Allah Resulü (s.a.v), iftarını açtığı zaman şöyle derdi: “Allaha hamdolsun ki; susuzluk gitti, damarlar ıslandı ve ecir hâsıl oldu.” (Ebu Davut, Nesei)
“Bismillah! Allah’ım! Senin için oruç tuttum, senin rızkınla iftarımı açtım, artık günahlarımı bağışla.” (Ebu Davut, Taberani) Abdullah Bin Zübeyir de şöyle demiştir: Allah’ın peygamberi, Sad Bin Muaz’ın yanında iftarını açtı ve şöyle buyurdu: “Yanınızda oruçlular iftarlarını açtı, insanların en iyileri yemeğinizi yedi ve melekler üzerinize dua etti.” (İbni Mace)
Oruçlu birine iftarını açmanın fazileti: Zeyd Bin Halid’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Kim bir oruçlunun iftarını açarsa, o oruçlunun ecrinden bir şey eksik olmaksızın ona da aynı derecede ecir vardır.” (Tirmizi, Ahmet)
Bu hadis-i şerif, birçok hakikati birden akla getiriyor. Sadece oruçlu birinin iftarını açtırmakla büyük manevi mükâfatın yanı sıra aç insanların halini anlamayı, Ramazan’da cömertliğin ve sahavetin de önemini hatırlatmaktadır.
Her işin kıymeti kendi zamanında daha iyi anlaşıldığı gibi, aç insanların halini anlamak da oruçluyken daha iyi anlaşılır. İşte o yüzden Peygamberimiz (s.a.v), Ramazan ayı gelince insanları hayır hasenat yapmaya, cömertliğe teşvik ettiği gibi kendisi de bizzat buna güzel örnek olurdu. Validemiz Hz. Aişe buyuruyor ki: “Ramazan ayı gelince Allah Resulü her zamankinden çok daha cömert olur ve çok daha sadaka verirdi.” (Müslim)