Ramazan’da açlığın ne demek olduğunu iyice anlayan nefisler; “Kim Allah rızası için aç birini doyurursa, Allah ona cenneti nasip eder. Kim de aç olanı doyurmaktan kaçınırsa, Allah onun üzerinden faziletini kaldırır ve ona azab eder” hadisinin ehemmiyetine binaen çevresindeki yoksullara şefkat elini uzatır.
Madem Rabbimiz sonsuz merhamet sahibi olup merhamet edilmesini seviyor; “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” hadisinin sırrınca, bizlere de düşen kendi aramızda merhametli olmaktır. Bütün sosyal ilişkilerimizde, komşulukta, akrabalıkta, dostlukta ve her türlü muamelatımızda, şerefli Rehberimizi (sav) örnek alarak merhametin gereğini yerine getirmek durumundayız.
Yüce Allah (cc), Nisa Suresinin ilk ayetinde;
“Adını anıp kendisini vesile ederek birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a saygısızlık etmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakınınız” diye buyurmaktadır. Allah Resulü (sav) bir hadislerinde; “Akrabalarını ziyaret etmeyen, haklarını gözetmeyenler cennete giremezler” diye ferman etmektedir.
Allah Resulü (sav), Şaban ayının son gününde verdiği bir hutbede, “Kim bir oruçluya iftar yemeği verirse, bir köle azat etmiş gibi sevap alır ve günahları bağışlanır” deyince Selman-ı Farisi;
-Ey Allah’ın Resulü, hepimizin bir kişiye iftar verecek gücü yoktur, deyince Allah Resulü (sav) şöyle buyurdular: -Allah bu sevabı, bir oruçluya bir yudum su veya hurma ile iftar ettirene de verir. Kim oruçluyu doyurursa, bu onun günahlarının bağışlanmasına vesile olur. Allah onu, Kevser Havuzunda öyle bir sular ki bir daha susamaz.
Fıtır sadakasının verilme şartları itibariyle hemen herkesin yani toplumun çok büyük bir kısmının yerine getirebileceği bir vecibedir. Bu vecibe sadece yoksul ve zengini değil, neredeyse toplumun tamamını buluşturan, aralarında dayanışma ve yardımlaşmayı sağlayan önemli bir bağdır. Nice şahsiyetlerin, ailelerin, soğumaya yüz tutmuş ilişkilerinin gelişmesine ve belki de Ramazan’dan sonra da devam edecek köklü dostlukların yerleşmesine vesiledir.
Bu ayda verilen sadakaların, yapılan iftar davetlerinin, gerçekleştirilen ziyaretlerin diğer aylara nazaran binlerle karşılığının verileceğini bilen müminler; dostluk ve yardımlaşmayı daha bir şevkle, daha bir sevgi ve muhabbetle yaparlar. Sevgi üzerine bina edilen binlerce bağ, Ramazan ayının bereketi, Yüce Allah (cc)’ın rahmet kapılarını açmasının en açık bir ispatı ve tezahürüdür. Bu da toplumun tam anlamıyla ıslahını, aradaki tefrika ve ayrılıkların izalesini beraberinde getiren bir durumdur.
Allah Resulü (sav); “Yemek yedirmek, selamı yaymak ve iyi söz söylemek, insanları affetmek; affa sebeptir” diye buyurmaktadır.
Ramazan boyunca davetlere icabet etmek, iftar yemekleri vermek; cimriliği, bencilliği izale ettiği gibi; müslümanların birbirlerini yakından tanımasına, birbirlerinin hallerini daha iyi anlamasına ve bu yönde birbirleriyle dayanışma içine girmesine vesile olur. Bununla birlikte aynı mahallede oturanların bir camide namaz kılmaları, birlikte Kur’an-ı Kerim tilaveti ile meşgul olmaları insanlarımızı buluşturan ayrı öneme haiz kıymetli bir vesiledir. Bu vesileyle akrabalık, tanışıklık veya komşuluk gibi aralarında hiçbir bağ olmayan insanlar da bir araya gelir, tanışır. Böylece nice yeni dostluklar bu mübarek ay münasebetiyle gerçekleşir, var olan dostluklar da pekiştirilir. Aynı apartmanda kapı komşusu olan nice insanın birbirlerinden bihaber yaşadıklarını, hatta ölüm hallerinde dahi yardımlaşmaktan imtina ettiklerini duyarız. İnsani ilişkilerin giderek maddi temellere dayandığına şahit oluyoruz. Korkunç gelir farklılıkları, ahlaki yozlaşma ve akrabalık ilişkilerinin zayıfladığı böyle bir zamanda bu mübarek ay vesilesiyle birbirimize ısınmaya ve terk ettiğimiz Ramazan kültürüne ne kadar da ihtiyacımız var!.. Ramazan ayı bu açıdan tam anlamıyla bir silkiniş, bir uyanış, bir arınma ayıdır.
Oruçlu; oruçlu olduğu sürece gıybet, hased, kin, gazap ve diğer menfi tavır ve davranışlardan kaçınmak durumundadır. İnsanları birbirine kırdıran, aralarını açan, akrabalık, dostluk ve komşuluk ilişkilerine zarar veren mezkur manevi hastalıklardan teberri eden oruçlu mü’minler, kopan sosyal bağlarını imar etmeye en müsait haleti ruhiyeyi bu ayda yakalama fırsatı bulur. Dolayısıyla bu fırsatın bilincinde olarak kendimizin ve çevremizdekilerin hayatlarındaki olumsuzlukları giderme gayreti içine girmek, diğer aylara göre daha bereketli ve daha kolaydır.
Aydın gönüller, nice gönülleri aydınlatır. Bir güneş, bir nur misali aydınlatır. Zamanla aydınlanan toplum olur.
Üstad Bediüzzaman; “Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz. Yapsa da tam olmaz. Çünkü, hakiki o haleti kendi nefsinde hissetmiyor” demektedir. Şefkat duygularının oldukça kabarık olduğu bu ayda yapılan toplumsal ibadetler, (Cemaat namazları, toplu Kur’an tilavetleri, Fıtır sadakası, iftar davetleri, ziyaretleşmeler) toplum olarak ıslahımızı sağlayan; nice toplumsal hastalıkları, ahlaki yozlaşmaları ortadan kaldıran çok güçlü bir dayanak, Allah-u Teala’nın rızasına mazhar olacak asli ve zaruri bir ibadettir.
Ferdi ibadetler kadar, toplu ibadetlere de önem verebilseydik, şeytanın aramıza sokmaya çalıştığı nice fitne ve belalara karşı Allah’ın yardımıyla kendimizi rahatlıkla koruyabilirdik.
Üzülerek belirtmek gerekir ki; mü’minlere düşmanlık besleyen çevreler bu toplu ibadetlerin neticelerini, toplumsal faydalarını bizlerden daha iyi bildiklerinden, bizleri bu ibadetlerimizden koparmak için azami çaba sarf etmişler, bu amaçlarına da büyük oranda ulaşmışlardır.
“İbadet kul ile Allah arasındadır” esasını suistimal ederek cemaat namazları, toplu Kur’an tilavetleri gibi ibadetlerin basite alınmasına sebep olmuşlardır.
TV ekranlarındaki İslam dışı söylem ve sahneler müslüman toplumumuzun ahlâk ve kültürünü çok olumsuz bir şekilde etkilemiştir. Akrabalık ilişkileri, sevgi ve saygıya dayanan yaşam şeklimiz; seyrettiğimiz sözde örnek insan tiplemeleri ve hayat tarzları sayesinde zamanla gözden düştü. Özgürlük adına akrabalık ve komşu hakları göz ardı edildi. Bütün bunlarla birlikte İslam’ın bize vazettiği sıcak ilişkiler, yardımlaşma ve dayanışma, İslam kardeşliği de bozulmaya yüz tuttu.
İslami ahlakımızı yeniden inşa edip sünneti hayatımızda ihya etmeye hararetle ihtiyacımız vardır. Rahmet kapılarının açıldığı bu ay, ihyamız için uzatılan bir şefkat elidir. Bir kurtuluş çağrısıdır. Bu çağrıya kulak vererek kendimizi, ehlimizi ve halkımızı yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten korumalıyız. Şu Hadis-i Şerifi kendimize bir düstur kabul ederek yola çıkabiliriz:
“Ümmetimin fitneye düştüğü bir zamanda sünnetimi ihya edene yüz şehit sevabı verilir.”
Ramazanı şerif münasebetiyle açılan rahmet kapılarından yalnız değil, topluca girmenin yegâne yolu; yalnızca Kur’an ve Sünnete sarılmaktan geçer. Dünya ve ahiret saadeti de buna bağlıdır. Rahmet kapılarına koşanlara selam olsun.
İnzar Dergisi