Mübarek Ramazan ayında İstanbul, Midyat, Ovacık ve en son küçük çaplı diyebileceğimiz Van-Gevaş ve Şırnak'ta patlatılan bombalar bir zihniyeti anlatıyor. Bu zihniyetin anlaşılması açısından önemli bir zaman dilimi… Bu zihniyetin hiçbir manevi değeri olmazken insani olarak da hiçbir değer taşımadıkları aşikârdır. Ramazan ayındaki manevi atmosferi “bombalar patlatarak” delen ve masum insanları katleden bu zihniyetin anlaşılması adına önemli bir çizgidir. Bu zihniyeti tanıyan zaten tanıyor, tanımayanlar veya tanımak istemeyenler de bu bombalarla irkilmişe benziyorlar…
Bu bombaların mahiyetini anlama babında biraz geriye gitmek ve yapılan hesabı ortaya koymak gerekir: Her şey çözüm süreciyle başlamıştı… 6-8 Ekim olaylarıyla da, tozpembe hayallere kapılanlar vardı. Türkiye üzerinde hesapları olanlar; özelde de bölgedeki İslami yapıları bertaraf etmek üzere akbabalar umutlanmışlardı. Bu hayallerle yola çıkanlar kendine esir ettikleri yerli işbirlikçileriyle anlaşmışlardı. “İslamsız bir Kürdistan” ve kaosa sürüklenecek bir Türkiye hayaliyle bir ateş yakmışlardı. Kendi çapulcularını sahaya sürdüler-sürdürmek istediler. 6-8 Ekim'den ilham alarak silahlı bir “serhıldan” senaryosuyla yola çıkmışlardı. Kendi resmi ve gayri resmi tüm argümanlarını kullanarak halkı sokağa dökmek istediler. Bölgeden başlayıp batı illerine doğru kaydıracakları bir ayaklanma hesaplamışlardı. Doğu illerinde ayaklanma hesapları yapılırken batı illerinde de Kürt-Türk çatışması zeminini hazırlamaya çalıştılar… Ancak evdeki hesap çarşıya uymamıştı. Bütün “serhıldan” çağrılarına rağmen kimse sahada görünmüyordu. Öfkelenmişlerdi… Halkı hain ilan ettiler… Ancak halkın bu siyasete prim vermediğini geç de olsa anladılar. Halk onların planını boşa çıkarmıştı…
Bu plan tutmayınca, akbabaları onlara yeni bir strateji sunarak onları çukur siyasetine ittiler. Özellikle HDP oylarının yüksek olduğu yerleri seçerek; çukurlar kazarak her yeri bombayla döşediler. Bu stratejinin hedefi ise; devleti, halk üzerine çekmek ve tıpkı bir “Eset'vari tarzla” halkın bombalanmasını hedeflediler. Ne kadar katliam, o kadar taraftar aile ve mağduriyet edebiyatı demekti… Bunun için de halkın “hendekli yerlerden” çıkmasına izin vermek istemiyorlardı. Devleti onların sokaklarına davet etmek gerekiyordu. Bu da sokakları kazma ve bombalamayla olabilirdi. Bunu yaparken de kendi siyasi figürleriyle de “öz yönetimler” ilan ediliyordu. Ajitasyon zeminini hazırlamak için kendi tabanını devlete katlettirmek istiyordu. “Devlet sivilleri öldürüyor” tezini güçlendirmek için kendi tabanını haince ölüme gönderiyordu. Çünkü bu zihniyet, bilinen zihniyetin çok üzerinde bir gaddarlığa sahip olduğunu bu Ramazan günlerinde daha iyi anlıyoruz. Ancak bu plan da tutmamıştı. Çünkü çukur kazılan her yerde halkın yüzde doksan dokuzu orayı terk ettiler. Sadece aldatılmış gençler ve dağ kadrosundan getirdikleri kişilerle devlet baş başa kaldı. Ve tarihinde olmadığı bir kayıpla ortada duruyorlar. Ne yapacaklarını şaşırmışlar…
İşte tam burada onlara göre “bombaları devreye koymak” zamanıydı. Eleman sıkıntısı çeken örgüt, risksiz ve sansasyonel eylemlere başvurdular. Kendi tabanına ve halka “yeniden varım” mesajını vermek istiyor. Bunun yanında, yeniden bir masa hayaliyle tutuşan örgütün, devleti bu noktaya bombalarla çekmek istiyor. Örgütün sıkışıklığını gören akbabaları da Türkiye'ye “yeniden masa kurulması için” baskı yapıyor. Ancak tamamıyla güven kaybeden örgütün muhatap alınacağı gözükmüyor. Geçenlerde başbakanın “dolaylı ve açık olarak örgütün masa istemesine, görüşülecek bir şey yok” demesi bu düşünceyi ortaya koyuyor. Kısacası; bombalar onların son kozları gözüküyor. Bu da onları halkın gözünden düşürüyor ve onları marjinalleştiriyor… Bakalım son kozları olan bu bombalar daha ne kadar sürecek?