Fransız İhtilali'nin etkileri İslam dünyasına ihraç edilip bu etkiler pratikte kendisini gösterdikçe Müslümanlar, meselelere parçalı baktılar. Batı ise İslam dünyasına bir bütün olarak baktı. İslam dünyasındaki herhangi bir adımının diğer Müslümanları nasıl etkileyeceğini dikkate alarak attı adımlarını.
Fransız İhtilali zihniyeti başımızı döndürmüş. Her birimiz, “Ama bizim gerçekliğimiz başka! Emperyalizm, en çok bizimle uğraşıyor” deyip kendini odağa alarak kazanımları için kardeşlerinin kayıplarını meşru görüyor. Oysa Batı, hepimizi bir görüyor ve bizden birini büyütüp diğerlerini küçültme gibi bir dert taşımıyor.
Batı, 21. yüzyıl değerlendirmesinde Müslümanlardan bir kesimi, stratejide bir değişmez olarak diğerine tercih etmenin kendisi açısından kârlı olmadığını açıkça görmekte; hiçbir Müslüman gücün, siyasette sekülerizme de kaymış olsa, diğer Müslümanları tahakkümü altına alarak bir uluslararası güce dönüşecek şekilde büyümesini çıkarına görmemekte, hatta bu yöndeki her gelişmeyi varlığına yönelen bir tehdit olarak görmektedir.
Bunun için İslam dünyasında “çatışabilen güçlerin varlığı” politikasını sürdürmekte, güçlerden biri büyüme yoluna girdiğinde onun enerjisini tüketmenin yolunu açacak bir karşı güç ihdas etmekte, büyüyen gücü ona karşı duran güçle çatıştırarak durdurmaktadır. Bu, İslam dünyası için oluşturulmuş bir imha projesidir. Ne yazık ki Fransız romantizminin yansıması ırkçılık bizi bizden koparmıştır; bizim bu gerçeği görmemize müsaade etmemekte, bizi tükenişe doğru sürüklemektedir. Batı, ırkçılığın bu işlevinin farkında olduğundan İslam âleminde ırkçılığın tam da tükenişe geçtiği bir süreçte onu yeninden canlandırmak istemektedir. Resmin büyüğünün bir yanı budur.
Diğer yanına gelince o yan, bundan kurtuluş yoludur, Veda Hutbesi sözleşmesine yönelmektir.
İslam dünyasında kurtuluşa giden yol, Veda Hutbesi'nde gösterilen yol üzere “kardeş” olabilmektir. Her birimizin diğerinin haklarını kendi haklarıymış gibi gözetmesi, o haklara sahip çıkması, her birimizin kendi saadetini kardeşinin mağduriyetinde değil, saadetinde görmesidir. Büyüme yolunu ırkçılığın öğrettiği, kardeşlerimizi imha etmede, etkisizleştirmede değil, kardeşlerimizi ikna etmede ve büyük bir buluşmanın ortaklığı içine çekmekte görmektir.
Kendimizi İslam'ın sahibi, kardeşlerimizi İslam'ın düşmanı olarak görmek, kimi zaman kardeşimizi imha etmek için bulduğumuz bir meşruiyet yolundan öte bir şey değildir. Kardeşimiz, bir yerde İslam'ın dışına itiliyorsa bize düşen onu daha fazla itmek değil, onun İslam'ın içine nasıl çekileceğini düşünmek ve bu yönde sonuç alıcı adımlar atmaktır.
Batı'nın tükeniş sürecine girdiği bir dönemde İslam dünyasında hak veya batıl, kendilerini İslamî ya da seküler olarak gören dikkate alınabilir güçler oluştu. Henüz 21. yüzyıla girmediğimiz günlerden bu yana bu güçlerin yukarıda sözü edilen bir stratejiyle “ufaltılması” yönünde bir proje yürütülüyor. Bu projeyi durdurmak bizim elimizde. Bizim artık Katoliklik sonrası 19. yüzyıl Avrupa'sı/Fransız İhtilali etkisindeki Avrupa zihniyetinden kurtulup ülke veya etnik bağlamlı kurtuluş projelerini aşarak “Büyük Kurtuluş” için projeler yapmamız gerekiyor, kendimizi âdeta ulussuzlaştırarak İslam dünyasının bütününün tek parça olduğunu kabul ederek ortaya atılmamız gerekiyor. Bunun yolu etnik veya mezhebi yapıları ortadan kaldırmak değil, onların yaşam alanını yok etmek değil, tam aksine onları başka Müslümanlara zarar vermeyecek, onların düşmanla işbirliği yapmasını engelleyecek bir yaşam alanını onlara vermemizdir.
Hiçbir etnik yapı veya mezhep tek başına İslam alemine hakim olamaz. Herhangi bir etnik yapı veya mezhep, şanını İslam dünyasının her ferdine kabul ettirse de İslam'ın mutlak ve tek sahibi konumuna ulaşamaz. O yöndeki hevesler, Kur'an-ı Kerim'de tarif edilen İslam gerçekliğine aykırıdır. Fransız İhtilali'nin Napolyon'da mücessem olan romantizmini İslam dünyasına uygulamak anlamına gelebilecek böyle bir adım, İslam dünyasını tüketici savaşlara götürmekten öte bir fayda sağlamaz.
Batı'nın kendisi için projeler üretemediği bir dönemde bizim içimizde Napolyonvari eğilimleri oluşturması Batı için umut, bizim için kayıptır. Bu Napolyonvari eğilimler için Batı'dan fiilî destek alma yarışı ise Batı'nın umutlarını coşturmaktan başka işe yaramaz.
İslam coğrafyasının kadim merkezi ve özellikle Haçlı karşıtı cephe zemini etnik yapı açıdan dünyanın en renkli coğrafyalarındandır. O coğrafyada kimin hangi ırka ait olduğu bile belli değildir. Farklı etnik yapılardan Müslümanlar Haçlılara karşı koymak için oraya gelip yerleşmişlerdir. O coğrafya, Ümmetin en güzel yansımalarındandır. O coğrafyayı etnikçi/ırkçı yaklaşımlarla ele almak bu coğrafyaya Fransızlar gibi bakmaktır. O mantık hiçbir zaman bu bölgeye sulh ve selamet getirmeyecektir.
O coğrafyanın halkı birbirinin içinde eriyerek herhangi bir noktada baskın kültürün rengine bürünmekte bir mahsur görmeyerek bütünleşmiş, Haçlıya öyle karşı koymuş, Moğol'a öyle karşı koymuş, her iki yapıyı da aynı yol üzerinde imha etmiş; I. Dünya Savaşı'nda da başımızdaki Fransız İhtilali zihniyetlilere rağmen aynı azimle karşı koymuştur. Onlar o azimle savaşları kazanmışlar, başımızdaki Fransız İhtilali zihniyetliler ise kazanımları satmışlar, bizi kör romantizmleri ile esir etmişlerdir.
Bugün o yapının bütünlük içinde israil'e ve daha doğrusu Evanjelik emellere karşı koymaması için projeler geliştiriliyor, yollar aranıyor, üretimler yapılıyor, çatışma zeminleri kuruluyor. Başka bir ifadeyle Haçlılara, Moğollara, Sykes-Picot emperyalizmine karşı koymuş yapı çözülerek kökleri üzerinden bölünüp etkisizleştirilmek, Arz-ı Mev'ud/Evanjelik emeller için engel olmaktan çıkarılmak isteniyor.
Bu proje karşısında herhangi bir etnik yapının diğerinden mukaddes olduğunu iddia etmek, herhangi bir parçayı bünye dışına atma hevesinde olmak, o büyük projeye hizmet olur. Esas olan, burada Haçlılara, Moğollara, Sykes-Picot emperyalizmine karşı koymuş yapıyı yeniden inşa etmek, onu yeniden kurmaktır. Bu yolda Nûreddin Mahmud Zengî'den, Selâhaddîn-i Eyyûbi'den alınacak çok ders vardır.
Ve asıl olan, kulağımızı Fransız romantiklerine kapatıp Nûreddin ve Selâhaddîn'lere yol gösteren Veda Hutbesi'ne gidebilmek, söz konusu ümmet ise yolunu o büyük sözleşmede görmektir:
"Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım. İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.
Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.”
“Ey mü'minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur-ân-ı Kerim ve Peygamberin sünnetidir.
Mü'minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslüman'ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman'a kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.”
“Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır. Azası kesik Siyahî bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah'ın kitabı ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz. Kimse kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.
Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:
-Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.
-Allah'ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz.
-Zina etmeyeceksiniz.
-Hırsızlık yapmayacaksınız.”