Trump'un Suudi'den israil'e sarkan ziyaretinin hedefinde ömrümüzle yaşıt kavramlar vardı:
“Aşırılık, aşırı İslamcılık, şeytani ideolojiler, İran ve Şia”;
Paralelinde ise “Barış, huzur, birlikte yaşama, birlikte çalışma, birlikte mücadele, israil ve mutlu gelecek!”
Ziyaretin her tarafı ayrı bir irdelenmeyi gerektirecek türdendi. Ancak Ortadoğu'yu kimisinin silahıyla, kimisinin parasıyla, kimisinin yardakçılığıyla kan gölüne çevirdiği tarafların bir araya gelip “İtidal merkezi” kurmaları, hokus pokus benzeri görüntülerle “Barış ve itidal” mesajları vermeye çalışmaları, önümüzdeki süreçte bölgesel bazda yeni hokus pokus politikalarının niteliğiyle ilgili önemli ipuçları vermektedir.
Trump'un Suudi'deki konuşmalarından yola çıkan ünlü Siyonist yazar Daniel Pipes, Trump'un “Daha yapılacak çok iş var. Yani İslami aşırıcılıkla, İslamcılarla ve İslami terörün her türlüsüne karşı harekete geçmek gerek” sözünü naklederken kendince yaptığı şu tespit dikkat çekiciydi: "Doktorun doğru bir tedavi uygulaması için önce teşhisi doğru koyması gerekir. Bir stratejistin de düşmanı yenebilmesi için düşmanı doğru tanımlaması gerekir. Trump, düşmanı doğru tanımladı"
Tel Aviv yerine Kudüs'e inerek ilk mesajını veren Trump, Siyonistleri müjdelercesine şu açıklamayı yapıyordu: “Suudi Arabistan ziyaretimi daha yeni tamamladım ve hem Kral Selman hem de İslam ve Arap dünyasından diğer liderlerle görüştüm. Bu ziyarette, terörle mücadele ve terörün şeytani ideolojisiyle mücadele konusunda tarihi anlaşmalara imza attık.”
Aslına bakılırsa Suudi-ABD dayanışmasına dayalı her bir politik manevra “Yeni” diye lanse edilse de her şey eski kasedin tekrar başa sarmasından ibarettir.
Her ne kadar “Bu filmi daha önce izlemiştik” desek de “Balık hafızamız” sayesinde yaklaşık son kırk yıldır sahnelenen ve her bölümü eskisinin tekrarı niteliğinde olan filmi her seferinde heyecanla izlemek İslam dünyasının kaderi haline gelmiş bulunmaktadır. Bizde izleme rekorları kırıldıkça onlarda da “Yeni filmler” asla bitmeyecek. Nitekim bitecek gibi de görünmüyor.
Değişmeyen Amerikan filminin başrolünde israil var. Filmde işlenen ana tema İslam dünyasındaki dikkatlerin israil üzerine değil, bazen Şii bazen Sünni kesim üzerine yoğunlaşmasıdır. Filmin değişmez “İyi karakteri” israil, değişken “kötü karakter” ise dönüşümlü olarak Şiiler ile Sünniler arasında dönmektedir.
İzlemeye doyamadığımız filmin aşamaları:
Birinci aşama;
1979 yılında İran'da gerçekleşen İslam inkılabı ve aynı döneme denk gelen Afgan cihadı, Müslümanlar arasında müthiş bir heyecan ve sinerji oluşturdu. İzlemeye doyamadığımız filmin ilk bölümü tam da bu aşamada çevrilmeye başlandı. Öncelikle oluşan heyecan ve sinerjinin bertaraf edilmesi gerekiyordu. Senaryo yazıldı, roller dağıtıldı, sermaye oluşturuldu ve film start aldı.
Aramco'nun finanse ettiği Rabıta denen bir bela türedi. Şiiler baş belası olarak lanse edildi. Bu görüş etrafında heyecanlı bir kitle oluşturuldu, bu kitle Afganistan'a yönlendirildi. Sovyet işgali sonrası Afganistan düzlüğe çıkacakken baş gösteren tuhaf tiplemeler, Afganistan'ın geleceğini resmen zehirledi. Sovyetlere karşı destanlar yazan mücahidler, tekfirciliğin pençesinde kıvrandı, kıvranmaya devam ediyor.
Hedef güya Şii yayılmacılığıydı. Oysa tekfirciliğin hazzına varanlar Şiilerle alakası olmayan başka direniş cephelerine yönlendirildi. Çeçen cihadının kurda kuşa yem edilmesi bu filmin en dikkat çekici sonuçlarındandı.
İkinci Aşama;
2003'te Irak'ı işgal eden Amerika, 2007'nin başlarında resmen çamurda debelenmeye başlamıştı. Sünni kesime karşı Şiilerle işbirliği hayalleri tersyüz olmuştu. Askeri alanda Sünni direnişçiler, siyasi alanda Şii kesim Amerika'nın altını resmen oymaya başlamıştı. 2006'da israil'in Hizbullah karşısında tarihinin ilk yenilgisini alması da eklenince bir kez daha Suudi'nin kapısı çalındı. Şiilere kafadan düşman, Sünnileri de terörize edecek bir ortam lazımdı. Dick Cheney – Prens Bender ortak imalatı devreye girdi, yine devasa imkânlar, sınırsız maddi destek ve propaganda araçları ile bugün hala Sünni dünyasının ızdırabını çektiği tuhaf tiplemeler ve yapılar baş göstermeye başladı. Hedef olarak “Şii hilali” dendi, bu tür uğursuz akımlar “Şii karşıtlığı” üzerinden piyasaya sürüldü. Oysa gelinen noktada Şiilerden ziyade Sünni kesim talan edildi. Ortaya çıkan ucube, bir an için “Şii hilalini” bile gölgede bıraktı, tüm batılı leş kargalarının bölgeye müdahale etmelerinin birer “meşru” aracına dönüştüler.
Üçüncü Aşama;
Bugün için yeniden “Şia tehlikesi” rağbet görmekte, yine Suudi'nin kapısı çalınmaktadır. Kral hazretlerinin sağladığı kaynaklarla oluşturulan “İtidal merkezi” yine tahlillere, ardından da seri üretime geçecek. Yine tuhaf tiplemeler, yine tuhaf organizasyonlar üretilecek. israil'e dokunmayan, Şiileri kâfir, Sünnileri kâfir adayı görecek deneyler yapılıp belki daha modern üretimler yapılacak.
Karşıtlık anlamında İran veya Şiiler denince Sünni cenahta önemli oranda bir heyecan uyanmaktadır. Ancak her filmin sonunda aslında daha fazla yara alanın Sünni kesim olduğu, fikri zehirlenmelerin Sünnileri daha fazla etkilediği, hatta her seferinde Sünni bütünlüğün giderek daha fazla kaybolmaya başladığı gerçeği bir kez daha ortaya çıkacaktır.