İki kutuplu dünyada müttefiklerini sosyalist dünya içinde eritmek isteyen, onların halklarının iradesini yok sayan, ekonomik kaynaklarını Sovyetlerin çıkarı için sömüren bir Sovyetler Birliği imajı vardı.
Buna karşı ABD, kendisi için müttefiklerine saygın bir ortak muamelesi yapan, zaman zaman onlara ekonomik ve askeri yardımlarda bulunan, onların halklarının iradesine saygı duyan ve onları dış düşmandan koruyan bir imaj oluşturma peşindeydi.
Sovyetlerin yıkılmasından sonra ABD, bu “müspet” imaj oluşturma kaygısını terk etti; önce dünyanın küreselleştiği iddiasıyla onların ulusal yapısını yok saydı, siyasetlerinin merkezini halkları nezdinde rencide olabileceklerini göz önünde bulundurmadan Washington'a çekti, siyasetlerini istikrarsızlaştırdı, ekonomilerini kendisine bağlamaya çalıştı.
Bugün ise ABD, müttefiklerini eski bir sömürge imparatorluğunun kolonilerine yaptığı muameleyi yapmaya kalkışıyor. ABD ekonomisi, ABD'deki israfa yetmiyor. ABD, ekonomideki açığını Soğuk Savaş döneminde kendisine sadakatle bağlanan müttefiklerinden alarak kapatmaya çalışıyor. Eskinin “yardım eden” ABD imajı, yerini almakta doymayan bir ABD imajına bırakıyor.
ABD, bu hâliyle gerileme ve çökme döneminde merkezdeki bozulma yüzünden taşraya yüklenen eski imparatorlukları andırıyor. O imparatorluklarda merkez, bozuldukça taşradan daha çok talepte bulunmuş, taşra, merkeze isyan etmiş, taşra, bundan bir süre zarar görmüşse de nihayetinde imparatorluk çökmüştür.
ABD'nin son hâli, Avrupa Birliği ülkelerinin neredeyse silikleşmesine Alman ekonomisinin bile sarsılmasına yol açarken kendini en çok İslam âleminde gösteriyor.
ABD'nin İslam dünyasındaki en önemli “müttefiki” Suudi Arabistan, çevresindeki ülkelerle birlikte ABD'ye boyun eğerken Türkiye, tarihsel bağımsızlık karakteriyle ABD'ye karşı direnişin yolunu arıyor.
“Bağımsızlık söz konusu olunca gerisi teferruattır” diyen geniş bir yapı var Türkiye'de. ABD'nin gücü ve Avrupa Birliği ülkelerinin büyüyen Türkiye ekonomisinden duydukları rahatsızlık, halkın bir kesimini huzursuz ediyorsa da o geniş yapı bağımsızlığını ve bütünlüğünü kaybetmeyecek şekilde makul bir direnişin faydalı olacağına inanıyor. Bu yönde görünen ve görünmeyen adımlar atıyor.
Bunun için ABD, geçmişte Türkiye ekonomisinin küresel krizden etkilenmesini engelleyen hususları soruşturma konusu yapıyor. Kendisine bu yönde olanaklar veren Rıza Zarrab davasını önce Türkiye'deki uzantıları üzerinden başlattı. Başaramayınca 15 Temmuz'da darbe girişiminde bulundu. Darbe başarılı olmayınca dava, geniş kapsamlı olarak ABD'ye taşındı. Zarrab Davası olmasaydı ABD başka bir dava bulur, Türkiye'yi yine de yargılardı.
Türkiye'nin işi kolay değil; bir NATO müttefiki olarak ABD, her yanını sarmış durumda; ordusunun subaylarının bir kesimi içeride veya “mülteci” adı altında Avrupa'da, eski polis bürokrasisi ve diğer bürokrasilerinin bir bölümü sığınmacı olarak ABD'de… PKK ve FETÖ problemleri devam ediyor. Avrupa Birliği ülkeleri, büyüyen Türkiye ekonomisinin alanlarını kapatmasından endişe duyuyor. Avrupa'da büyüyen milliyetçilik de Türkiye'nin Avrupa ülkeleri ile sağlıklı ilişkiler geliştirmesini engelliyor. İslam dünyasında ABD'ye karşı kendisiyle ittifak yapma cesareti zayıf. Rusya, hafızadaki düşmandır ve güvenilir bir müttefik değil. Çin uzak ve uzak ülkelerle ittifak geleneğinden yoksun…
Böyle bir ortamda Türkiye, ABD'ye “Defol!” diyemiyor ama ağır ağır uzaklaşan bir yakın misali “Elveda ABD!” demeye çalışıyor.
Netice, Türkiye'nin bunu başarabileceğine dair bir inancın içeride ve dışarıda olmasına bağlı. Türkiye bunu başarırsa birçok ülke etrafında toplanır, Türkiye büyür, yeni bir güç olur. ABD, ağır bir darbe alır.
Türkiye de ABD de bunun farkındadır.