Bölgedeki Kürtlerin özellikle Eyyubiler döneminde burada yoğunluk kazandığı bilinmekle beraber buradaki varlıkları elbetteki çok eskilere işaret etmektedir. Günümüzdeki mevcut yapının temellerinin ise 1925’teki Şeyh Said kıyamı akabinde atıldığı söylenebilir. Katliam, yargısız infaz, hapis ve sürgünlerden kaçan binlerce âlim, aydın, düşünür ve zengin tacir çareyi Fransız işgali altındaki Suriye topraklarına sığınmakta bulur. Geniş bir yelpazeden yetişmiş insan kadrosunu barındıran bölge, kısa sürede siyasi bir vahaya dönüştüğü gibi T.C’ ye karşı etkin bir Kürt diasporasına da kaynaklık eder.
Bu yapı Hoybun hareketi, Ağrı İsyanı, vs. gibi bir dizi siyasi askeri ve kültürel arenalarda boy gösterir.
Bu yapı Hoybun hareketi, Ağrı İsyanı, vs. gibi bir dizi siyasi askeri ve kültürel arenalarda boy gösterir.
Bugün itibariyle Suriye toplamında 3 ile 4 milyon arasında olduğu söylenen Kürtler çoğunlukla bu bölgede iskân etmekle beraber, üç büyük şehir Şam, Halep ve Humus başta olmak üzere Suriye’nin diğer taraflarına da yayılmış durumdadırlar. Özellikle Halep’in Şeyh Maksud ve Eşrefiyye semtlerinde 600 bin civarında Kürt olduğu bilinmektedir.
Uzun bir dönem büyük İslam Medeniyetinin ana üssü olan Şam eyaletinin kültürel miras arka planında Kürtlerin önemli fonsiyonlar icra ettikleri yadsınamaz bir gerçektir. Günümüzde dahi, Suriye’nin toplumsal hafızasında etkili olan merhum Said Havva, El- Butî, gibi birçok ismin etnik düzlemde asimile olmuş şeklinde kabul edilseler dahi Kürt kökenli oldukları realitesi Kürtlerin tüm baskı, inkâr ve dayatmalara rağmen dinamik varlıklarına işaret etmektedir.
Suriye Kürtlerinin trajik ibret tablosu şüphesiz sadece Baas rejimi tarafından maruz kaldıkları akıl almaz zulümlerle sınırlı değildir. Belki de bu zulümden de tehlikeli kabul edilebilecek olan “Selamet Sahili” diye gösterilip zorla itilen gayr-i İslami karanlık girdaptır. Sonuçta zulüm, toplumsal öfke doğurur. Öfke ise iyi kanalize edilebilirse beklenmedik faydalara zemin oluşturur.
Rojava Kürtleri için Baas Partisi büyük bir talihsizlik olduğu gibi A.Öcalan’la birlikte Marksist – Leninist fikriyatın yaygınlaşması da ayrı bir talihsizliktir.
Baas Rejiminin ikinci adamı olan Cemil Ered’in Helve kampında Öcalan’ı ziyaret edecek kadar güvenip yakınlık duyması boşuna değildi elbet. Hafız Esed, Hatay ve Kuzey sorununun (Türkiye) sorumlusu olarak atadığı kardeşi Cemil Esedi Öcalan’a göndererek
1) Öcalan’ın / PKK’nin Türkiye’yi rahatsız etmesini (ki böylece Suriye, elindeki Öcalan kozuyla Dicle-Fırat sularının barajlarla kesilmesinin önüne geçecektir)
Öcalan’dan kendi Kürtleriyle ilgilenmesini ister. (Böylece Rojava Kürtleri Öcalan eliyle sisteme bağlanmış olacaklardı.)
2) Öcalan üzerine düşeni fazlasıyla yaparak Rojava Kürtlerini Baas Rejimi için tehlike olmaktan çıkarmıştı. PKK bünyesinde Bakur’da ( Kuzey Kürdistan denilen Türkiye’nin Doğusunda) başlatılan Marksist ve Leninist temelli etnik mücadele Rojava’da bir destan olarak anlatılmış ve Rojava Kürtleri, PKK’nin Bakur politikalarında önemli birer malzeme haline getirilmiştir.
Kısaca PKK’nin Rojava Kürtleri üzerinde otuz yılı bulan sistematik çalışmasının ürünü bugün PYD adlı siyasi ve askeri yapı olarak boy göstermektedir.
PYD = PKK, PYD’nin yapacakları PKK’nin yaptıklarının aynısı olacaktır. PYD’nin tarihsel referansı PKK’nin Türkiye’deki uygulamalarıdır.
Gelinen noktada Rojava’nın genel durumuna bakılırsa 18 siyasi parti bulunmakla birlikte üç parti öne çıkmaktadır. Bunlardan ENKS, Suriye KDP’si olarak bilinir. Barzani yanlısı ve ‘Temkinli-Oportünist’ bir yaklaşım sergilemektedir. Birlik çağrısına 11 Kürt grubu olumlu yanıt verir. Ki bu, ENKS’nin politik arenadaki etkinliğinin göstergesidir. ŞEPEL ise Enternasyonal sol bir örgüt olup Suriye’deki muhalif çatışma alanını Rojava’ya taşımak istediği için lideri Mişel Temo, PYD veya El-Muhaberat tarafından öldürüldü. Üçüncü ve en büyük kurumsal örgüt ise PYD’dir.
- Her üç partinin de sol ve laik tandanslı olması düşündürücüdür.
- Mevcut 18 parti arasında bulunan İslami yapıdaki bir-ikisinin askeri güçten yoksun olması sönük yapıları ve varlıkları üzücü olduğu kadar düşündürücüdür.
Düşündürücü olan önemli noktalardan biri de PYD’nin konjonktürel fırsatı iyi değerlendirmesi ve Esed yönetimininde çok boyutlu hesaplar çerçevesinde vakaya çanak tutmasına rağmen uluslararası sistemin, Kürtler üzerindeki PYD hâkimiyetine göz yummasıdır. Öyle ki PYD eş başkanı Salih Müslim 400 kadar yerleşim biriminin kendi denetimlerinde olduğunu ilan ettikten sonra Paris’te Fransa Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Brüksel’de bir dizi yetkiliyle yaptığı görüşmelerden sonra Rojava’nın statüsü konusunda aradığı desteği almış görünmektedir.
Suriye Kürtleri önce Baas rejimi eliyle PKK ve PYD’ye mahkûm edildi, şimdi de mevcut Ortadoğu haritalarını çizen güçler tarafından bu karara onay mührü vurulmaktadır.
Aynı sahnenin Kürdistan denilen coğrafyanın dört parçasında aynı şekilde uygulanması da rastlantı değildir şüphesiz. Araplardan sonra Müslüman olan ilk kavim olarak bilinen dindar Kürtler, ne yazık ki yerel ve küresel güç odaklarınca ya solcu ya laik kesimlerin eline terkedilmiştir. İslami grup, parti ve örgütlerin idari noktalarda hak ettikleri yere gelmeleri elbirliğiyle devamlı engellenmiştir.
Başur denilen Irak Kürdistanı’ndaki Kürtler Talabani ve Barzani ailelerinin hegemonyasından çıkmasın diye tüm dünya seferber oldu. İran kısmında (Rojhelat) şah, sağ kalıp sağ düşünebilenlerin ancak İran KDP’si ve aşırı sol örgütlere yönelebilecekleri kapıyı araladı. Türkiye’deki Kürtlere gelince Kürtlerin arasından filizlenmeye başlayan Mustazaflar camiasının yaklaşık otuz yıllık farklı devirler ve farklı hizmet yöntemleriyle halk tabanında karşılığını bulduğu yoğun teveccühe rağmen gerek devlet gerek medya ve gerekse de uluslararası güçlerin senkronize bir çabayla bu camiayı görmezden gelip PKK’yi meşrulaştırarak “Kürtlerin yegâne temsilcisi” vasfını vermeye çalışmaları oldukça manidardır.
Gelinen aşamada Rojava bölgesinde tek askeri otorite olan PYD’nin sosyal, askeri ve kurumsal çalışmalarına bakıldığında çok süratli bir şekilde federatif yapıya doğru evrilmeye gittiği gözlenmektedir.
2013’ün Nisan ayı başı, Mart ayı sonu itibariyle PYD, Rojava’nın çeşitli kentlerinde 14. taburunu hizmete sokmuştur. Ayrıca, PKK’de olduğu gibi burada da PYD kadınlarından oluşan (YPJ) 5. taburunu da oluşturmuştur.
PYD, kendince derin bir filozof (!) olarak gördüğü Öcalan’ın formülasyonuyla şekillendirdiği Marksist temelli bir yaşam felsefesine dayanan ucubeyi adım adım yeni bir toplum inşasında kullanmaktadır. Bunun için de en önemli argüman olan etnik milliyetçilikten istifade etmektedir.
Türkiye’nin Rojava’ya ambargo uygulaması sanılanın aksine PYD’yi zayıflatmayacak bilakis ulusal Kürt kimliği etrafındaki kenetlenmeyi arttıracaktır. Rojava bağlamında İslam Ümmetinin en acı çeken parçalarından biri olan Kürtlerin on yıllarca Baas zulmü altında inlemesine seyirci kalan İslami yapı ve gruplar, maalesef şimdi de sessiz kalmayı tercih etmektedirler. Türkiye’deki Mustazaf camianın tüm zorluklara ve izolasyonlara rağmen bugünlere gelip Kürt halkını solcu ve laiklerin tekeline mahkûm etmemesini sevinçle karşılayıp “Biz, zor günlerinizde yanınızda olamadığımız için özür dileriz. Siz tüm Türkiye’nin medar-ı iftiharısınız” demeleri beklenirken her fırsatta geçmişin karanlık labirentlerinde hâlâ aydınlanmamış noktalar için saldırıp “Geçmişinizden ötürü özür dileyin, vs.” diyen Müslüman camiaların Ümmetin güçlü bir parçası olan Kürtlerin kaderi ile ilgili ve hususen Rojavadaki PYD musibetiyle ilgili konuştukları hiç görülmemektedir. Konuşan varsa da “Devlet erkânının savunmacı refleksleriyle” milliyetçilik mevziinden salvolar yapmaktadır.
Bugün Mustazaf Müslümanları hem Kürtler hem de Türkler için bir şans olarak görmek yerine ezilmesi gereken rakip olarak gören Müslüman kardeşlerimizin sol-laik/İslam düşmanı grup ve örgütlerle cadelleşmemeleri de ayrıca not edilmelidir.
İslami camiaların şuur ve duyarlılık bakımından sıradan halktan çok ileride olduğunu,
“İslami düşünce ve söylem” konularında hiç kimseye söz hakkı tanımayacak kadar meydanı kaplamalarından anlamak mümkündür. Hal böyle iken sıradan insanların Öcalan’ın hadisli, ayetli, vs. konuşmasına kilitlenip iyimser duygulara kapılmasını anlamak mümkün iken Bel’amı, münafığı ve fasığı teorik olarak iyi bilen, Yaser Arafat’ın yastığının bir ucunda Kur’an olduğunu ve bunun sebebini bilen İslami camiadaki kardeşlerimizin sol fraksiyonlara karşı sükûtlarını (ve belki de gizli hayranlıklarını) anlamak mümkün değildir.
Her yüzyılda dini yenileyecek bir müceddide ihtiyaç duyulduğu kadar çok parçalı bir bütün olan ümmetin her tarafında İslamı layıkıyla temsil edecek, masada olduğu kadar sahada da arz-ı endam edecek İslami yapılara da ihtiyaç vardır. Bunlar bulundukları bölgelerin iftihar tablolarını oluşturdukları gibi “dini ayakta tutan” asıl unsurlardır.
Müslümanların, Mustazaflar gibi mümtaz bir camiayı hesaba çekecekleri yere, asıl sormaları gereken şu olmalıydı:
“Neden Rojava’da da bizdeki Mustazaflar Hareketi gibi güçlü bir İslami yapı yoktur? Olması için ne yapmalıyız? Din kardeşlerimizi, din düşmanı PYD yönetiminden nasıl kurtarabiliriz?”
İtidalli düşünceyi hareket merkezi kılan Müslümanlara selam olsun. Fiemanillah.
Faruk Kuzu
Kandıra 2 Nolu F Tipi Cezaevi