Ruh üçüzü örgütler: FETÖ/DAEŞ/PKK

Nurullah AY

Ortadoğu'daki örgütlerin karakteristik bir özelliği vardır: Sulandırmak/bulandırmak.

Bakmayın bir özellik deyip iki sözcük yazdığıma, ikisi de aynı işlevde.

Sulandırma da bulandırma amaçlı sonuçta.
Örgütlerin adının PKK, DAEŞ veya FETÖ olması bu gerçeği değiştirmiyor.

Kaynak aynı olunca ürünün de aynı olması kaçınılmaz. Zaten Deterministler, sebep sonuç ilişkisini bu bağlamda incelemektedir.

****

PKK, halkı kendisine siper ettiği bir kalkışmada bulundu aylar öncesinden.

Uğruna mücadele ettiğini iddia ettiği bir halkı sıkıştığı anda ateş çemberine atmaktan imtina etmedi.

Kısa vadede halkın tamamını bir savaşın içine çekeceğini ve her ölen insanın peşlerinde sürükleneceğini sanmıştı. En azından hesapları o şekildeydi.

Halkın basireti topluma rol biçen bütün toplum mühendislerinin planlarını ters yüz eder kimi zaman, burada da böyle oldu.

PKK'nın topluma biçtiği gömlek topluma dar geldi, bu yüzden toplum kendisine biçilen ateşten gömleği elinin tersiyle itti.

Oynanan oyunun figüranı olmak istemedi bu sefer.

Toplumun onca duyarlığına rağmen PKK, kararından vazgeçmedi ve çukur siyasetiyle bölge halkının canına okudu.
Binlerce ölü, yüzbinleri bulan göç ve virane şehirler bıraktı geride.

Yani ortalığı toz duman içinde bırakma durumu söz konusu.

Sıkıştığında ortalığı bulandırma gayreti anlayacağınız.

Peki, başarılı oldu mu sizce?

Çoğunuzun hayır diyeceğini biliyorum; ancak size katılmadığımı peşinen belirtmek isterim.

Örgüt, uğruna yola çıktığı amaca kusursuz bir biçimde hizmet etti ve ağababalarının direktiflerini prosedürüne uygun bir biçimde yerine getirdi.

Yani örgüt, oynanması gereken rolü kuralına uygun bir biçimde oynamışsa başarılı değil mi sizce de?

Elbette başarılı sayılır.

***
DAEŞ'in Batı'nın İslam toplumuna enjekte ettiği değil, direk laboratuvarlarda kurguladığı ve masa başında monte ettiği bir örgüt olduğunu bilmeyenimiz yok sanırım.

DAEŞ de hâkim olduğu bütün bölgelerde PKK gibi halka kan kusturdu.

Gönüllere hitap eden İslam ile halk arasına duvar örmek için kurgulanmış bu yapı da sıkıştığında petrol kuyularını ateşe verdi, ortalığın toz duman içinde kalmasına yol açtı.
Amaç; düşmanın saldırısında hedef olmaktan kurtulmak ya da ortalığı bulandırmaktı.

Böyle bir durumda tankların, topların hedefi kim olacak?

Cevap çok kısa ve net:
Halk.
Peki, örgütün uğruna mücadele ettiğini(!) söylediği halk bunu hak ediyor mu?
Örgüt(ler)e göre evet; çünkü kendi saflarında savaşmayan herkes potansiyel haindir ve her hain ölmeye müstahaktır.

Ruh üçüzü örgütler demiştim ya yazının başlığında, sonuçta kodlar aynı.
DAEŞ yüzünden yakılan petrol kuyuları ve virane olan şehirleri bir an için es geçip “cana gelmesin mala gelsin” klişe sözünü burada kullanmak isterdim ancak öldürülen onca insan varken bu sözün bir kıymeti harbîyesi yok.
Ne yazık ki ölenler, bu ümmetin evlatları...
PKK ve DAEŞ, ellerindeki savaş malzemeleriyle halkın zarar görmesine yol açarken, üçüncü örgüt FETÖ de bundan geri durmadı, zaten durmasını beklemek de safdillik olur.

O da elindeki malzemeyle bütün bir halkı cezalandırmaya, kendisine yönelik ithamları sulandırmaya, bunun için de mide bulandırmaya çalıştı, çalışıyor, çalışmaya devam edecek.
FETÖ örgütü, ruh üçüzü kardeş örgütlerden farklı bir biçimde yapılandı yıllarca.

PKK ve DAEŞ gibi kamplarda silahlı eğitimden ziyade orduya sızıp kışlada silahlı eğitilen militan devşirdi. Aynı anda tankı, topu, uçağı, uçaksavarı, hatta bir halkın bütün gençlerini tornasından geçireceği kışlaları oldu.

Örgüt, halk arasındaki militanlarına da öteden beri haki elbise yerine nifaki kod yükledi.

Böylece girdiği kabın şeklini alan münafıklar ordusunu oluşturdu.
Hakîyi ordudakine, nifakiyi sivil ayağına giydiren örgüt, baktı pabuç pahalı, hemen geçmişte kendisine muhalif gördüğü insanları BİMER üzerinden şikâyet ederek diğer ruh üçüzü örgütler gibi olayı sulandırmaya dahası mide bulandırmaya başladı.

İzmir'de örgüte ait ödeyeceği aidatları görme özürlü memuruna göndertip memurun açığa alınmasıyla ifşa olunan okul müdürü mü dersiniz,

Komşusunun internetini kullanıp Bylock indiren sahtekâr din görevlisini mi dersiniz,

Temize çıkma adına örgüte ve Gülen'e sert eleştiri yöneltenleri İstanbul Sulanbeyli'de şikayet eden örgütün kripto elemanları mı dersiniz?

Bu liste böyle uzayıp gider.
Muvaffak oldu/olur mu?
Olacağı muhakkak...
Evvela kaybedeceği bir şeyi olmayan bir örgüt var karşımızda.
Ölümüne bir savaşa girişmiş, dönüşü yok.
Hz Muhammed ve Hz Yusuf'un yanlarından ayrılmadığına inanacak kadar da beyinsiz bir tabana hükmediyor.
Her türlü ahlaksızlığı meşru gören bir tavanı mevcut...
Tepesinde beddualarıyla depremler yapabileceğine inanan bir meczup var...

Tabanı ise komşusunu şikâyet edip “ilgisi olmayan insanlar mağdur ediliyor” yaygarasını koparacak kadar da şeref yoksunu.

Bununla mücadele o kadar kolay mı sandınız?

AYDINLIKMIŞ

Bilindiği üzere solun öte dünyayı algılamamasının nedeni algıyı beş duyuyla sınırlı tutmasındandır.

Solun, beyni boşlayan ve algıyı beş duyuyla sınırlama tutumu, doğal olarak öteleri algılamaktan aciz bırakır düşünce fukaralarını.

Algı melekesini yitirmiş, sol membaından beslenmiş zihniyete bir de milliyetçi/faşist sos ektiniz mi ortaya çıkan garabeti siz hayal edin.

Yıllarca Maocu bir çizgide olduğunu iddia edip milliyetçilikten faşizme terfi yapan Perinçek'in Aydınlık gazetesi, işte tam da böyle bir zihniyetin evrak-ı metrukesi.

Tamam, öte dünyayı kavrayamadığını anladık; ya yanı başındaki İstanbul Üniversitesi'ni görmek için kadrajınızı Suudi Arabistan'a yöneltmenizi nereye oturtmak gerekir birader?

Suudi Arabistan'ı İstanbul Üniversitesi sanacak kadar cahil mi gazete yönetimi ve haber masası,

Okuyucusunu verilen her yemi yemeye namzet sürü mü sanıyor,

Yoksa provokatif bir ülkü uğruna kurulduğunu bildiğimiz yapı kuruluş amacına hizmet edip kaostan kâbus devşirme çabasında mı?

Birinci ihtimalin olacağını sanmıyorum, ancak son iki olasılık ihtimal dâhilinde.

İstanbul Üniversitesi'nde bir grubun yaptığı 'karma eğitime hayır' eylemini "Şeriatçılar İstanbul Üniversitesi'nde Azıttı" başlığıyla internet sitesine ekleyen Aydınlık gazetesi, kullandığı fotoğrafın Arabistan'da çekilmiş olması niyetin Şeytani olmaktan öte hayvani oluşunu da ortaya koyuyor.

Haberde kullanılan çarşaflı kadınların bulunduğu fotoğraf, Google'da aratıldığında, söz konusu fotoğrafın Suudi Arabistan'da çekildiği ortaya çıkıyor.

Fotoğraf bu kadar elimizin altında iken böyle bir algı operasyonuna kalkışmak art niyetten başka bir şey değildir.

Ancak bir hakikati de hatırlamakta yarar var sanırım:

Korkunun ecele faydası yok.

TERS KÖŞE

KAFAYA BAK KAFAYA!

MEB, okullarda seçmeli ders olarak okutulan Arapça bir kitap yayımladı.

Kitabın resimlerini, içeriğini pedagojik olarak eleştirmek mümkün…

Çünkü her kitabın eleştirilecek birtakım eksikliklerinin olması doğaldır. Tek bir KİTAP hariç…

Ancak karanlık dehlizlerde yayın yapan ve toplumun değerlerine hakareti maharet sayan bir güruhun yayın yaptığı pis ODA'dan çıkan manşet, tek kelimeyle “çüş” dedirtecek cinsten.

Başlık “Arapçada Öğretilene Bak” şeklinde ve hemen ardından “MEB'in hazırladığı Arapça dersi kitabında skandal ifadeler” biçiminde…

Başlık ve alt açıklama, okuyucunun bütün dikkatlerini bir noktaya çekiyor.

Lağımdan yayın yaptığından emin olmazsanız veya zihniyetin fosseptik kaynaklı olduğundan bîhaber olsaydınız, bir de manşetle alt yazıyı okuduktan sonra bir işiniz çıksaydı, kim bilir zihninizde neler canlandırırdınız?

“Öğrenciler; ‘5 vakit namaz', ‘İslam benim dinimdir', ‘Ben Müslümanım', ‘Allah'ı Seviyorum' konularıyla Arapça öğrenecek.” diye başlayan haberin burasına kadarki bölümde bir şey yok şüphesiz.

Haberin detayına inildikçe gaz sıkışması yapan zihniyetin ifrazatını görüyorsunuz.

“Tahtanın önünde ders anlatan öğretmenin başından ayaklarına kadar örtündüğü görülüyor. Aile içinde kadının yeri evi… Anne ve kızı evde bulaşık yıkarken baba ve oğlu pazarda alışveriş yapıyor”

Gazete ve haber kanalının eleştirdiği eblehlik, öğretmenin mini etekli olmaması…

Hani “başından ayaklarına kadar örtülü kadın” denmeseydi herhalde mevzu olan başının örtülü olması diye düşünürdük.

Fakat fikir fahişelerinin niyeti hiç de sandığımız gibi değilmiş. Meğer öğretmenin ayaklarına kadar örtülü olması rahatsız etmiş fikir kabızlarını.

"Allah'ı seviyorum", "İslam benim dinimdir", "İslam'ın erdemleri", "İslam uğruna", "İslami ahlak", "Kılavuz Kuranı Kerim", "Ben Müslümanım", "5 vakit namaz" başlıkları, kırmızı görmüş boğaya dönüştürmüş Şeytan avenesini. Burunlarından soludukları, öfkeden kudurdukları, ilerleyen satırlarda kendisini daha bariz gösteriyor.

“Öğrencilere, camiye gitmeyi özendiren şiirler, Allah'ı seviyorum şarkıları, ayet ve hadisler eşliğinde Arapça eğitimi veriliyor. 5'inci sınıf kitabında “ben”, “o”, “benim”, “onun” zamirleri öğrencilere; "Benim dinim İslam", "Onun dini İslam", "Ben bir Müslümanım", "O bir Müslüman" zamir çekimleriyle öğretiliyor.”

Yani dikkat edilirse Arapça ders kitabında “Ben bir Komünistim”, “Benim kinim İslam”, O bir cahil Müslüman “ yazılsaydı; bu zihniyetin nazarında haber değeri taşımayacak sıradan bir kitap olacaktı.

Fikir babaları, Levent Kırca, Tarık Akan…

Olacak o kadar.

İyisi mi kitabın yeni baskısında daha öğretici fişler kullanalım.

“Bak, Levent bu tabut!”, “Tarık dünyayı unut!”

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.