Dün akşam saatlerinde Yenikapı Metro İstasyonu'nun giriş kapısından aceleyle içeri girdim. Marmaray üzerinden aktarma yaparak Pendik tarafına giden trene yetişmem gerekiyordu. Merdivenleri aceleyle indim. Zemin kata varmıştım ki, gideceğim istikamete yöneldiğimde treni durakta yolcu alırken gördüm. Yetişmek için koştum; kapama sinyali yanmaya başlamıştı, kapının her iki kanadının birbirine yetişmesine elimle müdahale ederek içeri girmeyi başardım. İçeri girmesine girdim fakat oturacak bir yer bulamadım. Yoğun bir kalabalık vardı. Yolcuların kahir ekseriyeti ayaktaydı.
Konuyu fazla dağıtmadan asıl anlatmak istediğim olaya geleyim. Tren kapısından içeri girer girmez metro gibi bir yerde sıra dışı bir manzara ile karşılaştım. Beş kişilik yabancı bir turist grubu, ayakta bir daire çizmişler, konuşuyorlar ve kahkahalarla gülüyorlardı. Her zaman gördüğüm o suskunluk ve sükunetin tam tersi bir durum...
Ama karşılaştığım bu manzaraya yabancı değildim. Bu manzara beni çocukluk yıllarıma götürdü; o eski günlerimi hatırlattı. Doğup büyüdüğüm yer, etrafı tarih kokan bir köydü. Köyümüzün çevresindeki tarihi eserleri görmeye gelen Avrupalı turistlerin genel anlamda davranış şekillerine aşinaydım. Bunların kahkaha ile gülmeleri meşhurdur. Bana eski günlerimi hatırlatan bu olayı doğrusu keyif alarak seyrettim. Ancak vagondaki yolcuların çoğunun bu turist grubunun attığı kahkahalardan rahatsızlık duydukları belli oluyordu. Vagondaki yolcuların kimisi cep telefonuyla oynuyor, kimisi kulaklık takıp müzik dinliyor, kimi de uyuyormuş gibi yapıyordu. Arada bir asık bir suratla gruba bakıp duranlar da vardı. ‘Bu gavurlar niçin ve neye güler ki?’ tavrı bakışlarından seziliyordu. Neyse ki, çok geçmeden grup Üsküdar durağında trenden indi.
Grubun vagonu terk etmesinden sonra bizimkilerin yüzündeki renk birden değişti ve bir ‘oh’ çeker gibi oldular. Hatta bazıları giden grubun ardından müstehzi tavırlarla gülümsemeye başladılar. Bu gülümseyenler arasından yakınımda duran bir gençle göz göze gelince, ben de gülümsedim ve ‘bu gavurlar niye böyle güler ki?' dedim.
Genç, ‘abi ne bileyim, manyak ya bunlar. Dillerini de anlamıyoruz; belki de Türklerle alay ediyorlardı.' dedi.
Yok, senin gibi düşünmüyorum dedim. Niçin diye sorarsan; bir defa bu adamların bizim gibi üç beş çocuğu yok. Çocuklarının istikballerini düşünmek gibi bir dertleri hiç yok. Belki evli bile değiller. Zaten birçok Avrupa ülkesinde evlilik oranı bir hayli düşük. İhtiyar anne babalarını, kardeşlerini, yeğenlerini, amca ve dayılarını da düşünmezler. Tarihi, dini ve sosyal yapılarımız onlarınkinden farklı. Ekonomik ve sosyal yapıları bizimkinden çok ileri seviyede ama sanıldığı gibi mutlu değiller. Rahatmış gibi görünüyorlar ama bu sadece görüntüden ibaret aldatıcı bir rahatlık.
Avrupa medeniyeti Allah'a ve ahirete iman gibi ruhu tatmin eden değerlerin yerine başka şeyler koydu. Eğlence, müzik, spor, gezi ve bu türden gülüp eğlenmelerin ruhun acılarını dindireceğine inanıldı. Ama iman boşluğunun yerini hiçbir şey dolduramadı. Bugün Avrupa insanı, onca refaha ve neredeyse her istediğini yapma özgürlüğüne(!) sahip olmasına rağmen, sanıldığının aksine mutlu değildir. Batılı bir yazarın dediği gibi ‘Çok tüketmek ve tüketilen malların marka değişiklikleri ile kişilikleri farklılaştırmak, aldatıcı bir doyum ve mutluluk görüntüsü verir. Ama içten içe, herkes mutsuz, korkak ve acı içindedir.’
Evet, kahkaha ile gülen grup ile onları anlamakta zorluk çeken bizler farklı medeniyetlerin insanıyız. Her medeniyet insanının tavır, davranış ve psikolojileri elbette ki aynı değildir. Batı düşüncesi din dışı oluşmuş bir düşüncedir ve merhamet, adalet gibi duygulara yabancıdır. Çıkar ve ekonomik kazancı önceler. Bundandır ki bugün dünyadaki zulüm ve savaşların arkasında batılı devletlerin çıkarları yatar. Daha da zenginleşsinler diye silah üretip satarlar, silah satışlarının devamlı olmasını sağlamak için ülkeler arasında gerginlik oluştururlar. Avrupa medeniyeti güce dayanır, gücü kutsar, zayıf olanın yok edilmesinin doğru olduğuna inanır. Avrupa tarihinin dünü ve bugünü bu iddialarımızın canlı şahididir.
Hasılı, mazlumun acısını dindirip onu tebessüm ettirmek bizim medeniyetin, ağlayan mazlumun sırtına binip kahkaha atmak materyalist batı medeniyetinin baskın özelliğidir. Kahkaha ve gülümseme deyip geçmeyin. Çünkü bu davranışlar, insan ruhunun derinliklerinde saklı olanları dışa yansıtır. Bu hakikati ünlü Rus düşünür Dostoyewski’nin dedikleriyle noktalayalım: 'Bir insanın karakterini uzun süren psikolojik araştırmalardan çok, 'gülüşünden' anlamak mümkündür'