Rusya'nın tarihi, Sovyetler sonrası Rusya'nın İslâm dini ve İslâm dünyası ile ilgili tutumunda ister istemez rol oynuyor. Rusya, Müslümanlara karşı savaşarak devletleşmiştir; bağımsızlığını bir İslâm devletini yıkarak kazanmıştır, varlığının garantisini İslâm'ın zayıf olmasında görüyor. Bu da onu İslâm dünyasında ılımlı veya değil bütün İslâmî hareketlere karşı tetikte tutuyor
Suriye, Irak'a benzemiyor. Batı, tarih boyunca Irak'ı kendisine ait görmedi. Irak'a hep yabancı kaldı. Suriye ise Batı'nın bir arz-ı mev'udu gibidir. Bizans'ın Suriye'yi kaybettiği günlerden bu yana Batı, Suriye kıyılarını ele geçirme hayallerinden hiç vazgeçmedi.
Bir Akdeniz devleti niteliğinde olan Bizans, Suriye'yi hep kaybedilmiş en değerli topraklarından biri olarak gördü. Sürekli kendisini oraya ulaştıracak planlar, akınlar, ittifaklar yaptı. Sonra Endülüs akınları ile “Avrupa” adını alan Batı geldi. Haçlılar, Bizans'la ittifak içinde Suriye'ye saldırdı, Suriye kıyılarını işgal ederek Filistin'e ulaştı. Filistin, onların elinden alındı ama Suriye kıyıları bir yüz yıl daha onların elinde kaldı.
Osmanlı, zayıfladığında Suriye'nin artık iki talibi vardı: Avrupa ve Rusya. İtalyan devletçikleri burada Dürziler ve diğer azınlıklarla ilişkilerini geliştirdi. Bu ilişki akamete uğradıysa da kapitülasyonları genişleten Avrupa'nın tüccarları Suriye kıyılarına akın ettiler, buraları bir tür gizli işgale uğradı. Fransız İmparatoru çılgın Napolyon bunu resmi bir işgale çevirmek istedi, başaramadı. Rusya, bir yandan Boğazlardan, diğer yandan Kafkasya üzerinden buraya inme planları yaptı, akınlar düzenledi. Başaramadı. Ama I. Dünya Savaşı'nın iki etkili galibi İngiltere ve Fransa buraya ulaşmayı başardı. Yapılan paylaşımda Suriye, Haçlı Seferleri sırasında burada en çok kayıp veren Fransa'ya verildi.
İslâm dünyası ağır bir diktatörler sürecinden sonra tam da kendisini değiştirme aşamasında iken, Batı yeniden sürece müdahale etti. Bu müdahale sürecinde şimdi, Suriye toprakları Batı'nın çatışma alanı haline geldi. Rusya, Suriye'ye girdi; Çin'in de gireceği iddia ediliyor.
Tek kutuplu dünyanın oluşturduğu ortamda, “Hasbunallah” demeyi unutan Müslümanların “sığınacak bir yer bulamama” korkusu ile Sovyetler dönemindeki iki kutuplu günlerden medet umması, Rusya'nın güçlenmesi ile ilişkili gizli bir umut oluşturdu. Kalplerde “Dünya iki kutuplu olursa sığınacak bir yer buluruz” gibi bir his meydana geldi.
SÖZ KONUSU İSLÂM OLUNCA RUSYA BİR KUTUP MUDUR?
İşte bu noktada sorulması gereken soru şudur: Rusya, söz konusu İslâm olunca gerçekten bir kutup mudur?
Bu sorunun cevabını Sovyetler dönemini bir yana bırakıp sosyalizm sonrası Rusya'nın politikalarında arayalım.
Rusya, Sovyetler sonrası dönemindeki politikalarında, 1. Ermenistan'ın Azerbaycan'a karşı sınırlarını genişletmesini ve kadim İslâm topraklarından Dağlık Karabağ'ın Ermenilerce işgalini destekledi.
2. İslâmî gelişmelere karşı Kafkasya'da şiddetli bir savaş başlattı. Batı, desteği altında yürüttüğü bu savaşta Kafkas kahramanı Cehar Dudayev'i şehid etti. Buradaki savaşın renk değiştirip bir tür selefi çatışma alanı haline gelmesi yönünde Ürdün, Suudi krallıkları ve Birleşik Arap Emirlikleri istihbaratları ile işbirliği yaptı. Çeçen örneğinde İslâm'ın bir toplum için kurtuluş umudu olmasına ağır bir darbe vurdu.
3. Bosna-Hersek'te anlaşma masası aşamasına kadar savaşın her safhasında Sırpların yanında durdu. Burada binlerce Müslümanın katledilmesine ortaklık etti.
4. Kosova'nın bağımsızlık sürecinde bir kez daha Sırpların yanında durdu. Arnavut kazanımlarını küçültmeye çalıştı.
5. Tacikistan'da İslâmî partilerin zaferine karşı sosyalistlerin yanında durdu. Binlerce Müslümanı işkenceye alan sürecin en önemli destekçisi olarak öne çıktı.
6. Özbekistan'da da Tacikistan'da olduğu gibi Sovyet kalıntısı rejimi destekledi, desteklemeye devam ediyor.
7. Doğu Türkistan Müslümanlarına karşı Çin'in yanında durdu.
8. II. Dünya Savaşı galiplerinden Stalin'in kurucuları arasında yer aldığı Siyonist israil'e verdiği desteği hiç kesmedi. Filistin'le ilişkilerini daha çok Mahmut Abbas'la kurduğu ilişki üzerinden sürdürdü.
9. Suriye'de hep Beşar Esed'in yanında durdu. Onun katliamları için silah desteği sağladı.
10. Mısır'da ilk günden bu yana diktatör Sisi'nin en önemli destekçileri arasında yer aldı. Diktatör Sisi, Mısır'daki cuntanın iktidarı gasp ettiği günden bu yana üç kez Rusya'ya gitti. “İlk olarak savunma bakanıyken Adli Mansur'un cumhurbaşkanlığı döneminde Moskova'ya giden Sisi, ikinci ziyaretini cumhurbaşkanı sıfatıyla gerçekleştirmişti. Sisi'nin ilk ziyaretinde Putin tarafından kendisine hediye edilen ve üzerinde kızıl yıldız bulunan ceket Mısır medyasında geniş yer bulmuştu. Putin ise geçen şubat ayında 10 yıl aradan sonra Kahire'ye resmi bir ziyaret gerçekleştirmiş, burada da Sisi'ye Kalaşnikof marka silah hediye etmişti.” *
Bu tutumların tamamında Rusya'nın tutumu Amerika, İngiltere ve diğer Batılı güçlerin tutumuyla birebir örtüşmektedir.
Özetle, Sovyet sonrası Rusya İslâmî gelişmeler konusunda Batı'ya karşı bir kutup oluşturmadı, Batı'nın kutbunda yer aldı, hatta kimi yerlerde Batı'dan da daha sert bir tutum içinde oldu.
Önce Ortodoks, sonra sosyalist Rusya'nın önce Katolik sonra kapitalist-liberal Batı ile tam olarak kaynaşmasını beklemek elbette gerçekçi değildir. Rusya'nın sosyalizmi aşıp liberalizme geçmesine rağmen Batı'nın ondan böyle bir beklentisi de yoktur. Ama söz konusu İslâm olunca Batı'nın Rusya'dan ittifak beklentisi vardır ve Rusya bu beklentiye fazlasıyla cevap vermektedir.
Nitekim “Medeniyetler Çatışması” tezi ile “Son Haçlı Seferi”nin mimarı durumunda olan Huntington'un da umududur bu. Huntington, Rusya'nın Ortodoks geçmişiyle Batı'dan farklı bir yerde olduğunu, Batı'dan farklı bir medeniyeti temsil ettiğini, dolayısıyla Batı'yla asla tam kaynaşamayacağını söylüyor. Ama Rusya'nın İslâm düşmanlığı üzerinden Batı'yla uyumlu bir çizgiye çekilebileceğini düşünüyor. Ona göre ortak düşman İslâm, Batı ile Rusya arasında bir uyum oluşturabilir, yani çatışma ihtimalini azaltıp bir tür ittifak sağlayabilir.
Huntington'u bu düşünceye götüren nedir? Bunun için Rusya'nın tarihine bakmak gerekir.
RUSYA TARİH BOYUNCA İSLÂM'IN ALEYHİNE GENİŞLEDİ
Rusya, 16. Yüzyılın başına kadar Kırım merkezli Altın Orda İslâm devletine bağlı Moskova Knezliği ya da Moskova Dükalığı denen küçük bir beylikti.
Altın Orda devleti, buraya yerleşen Cengiz Han'ın soyundan Moğolların Müslüman olması ile kurulmuş, kısa bir süre içinde medenileşmiş; Kırım'da bir tür Endülüs inşa etmişti. Moğollar çadırlarda yaşayan bedevî bir topluluk iken burada Saray şehri gibi dönemin en büyük metropollerinden biri kurulmuştu.
Ne yazık ki bu devlet taht çekişmeleri ile zayıfladı. Ardından Timur'un müdahalesi ile bölündü. Birkaç emirliğe dönüştü. Buna rağmen 16. yüzyıla kadar Moskova'yı kontrol altında tutacak kadar güçlüydü. Polonya ve Litvanya da Müslümanlara düzenli vergi ödüyorlardı.
Rusya, bu İslâm devletine karşı güçlendi; bağımsızlığını ona karşı kazandı ve topraklarını neredeyse tamamen İslâm hâkimiyeti altındaki sahada genişletti. Güneyde Kırım, ortada Kafkasya; Batı'da Romanya topraklarında Osmanlı; doğu kesiminin güneyinde ise Orta Asya'da kurulu İslâm hanlıkları aleyhine sürekli genişledi. İslâm'ın kadim toprakları, adeta mukaddes kentleri Buhara ve Semerkant'ı ele geçirdi, Osmanlı'da ise Karadeniz'i dolanarak bugün havalimanının kurulu olduğu Yeşilköy'e kadar dayandı. İhtilaf içinde tükenen Kırım düne kadar Moskova'dan vergi alırken Moskofların ayakları altında çiğnendi, camiler harap oldu, medreseler yakıldı. “Moskof zulmü” Müslümanlara yönelik zulüm tarihinde başlı başına bir terim haline geldi.
Rusya, bugün bulunduğu noktadan daha da güneye inme emellerinden hiç vazgeçmedi. Bunu üç kapıdan zorladı: Marmara Boğazları, Kafkasya, Afganistan.
I. Dünya Savaşı sürecinde yaşanan 1917 ihtilalinden sonra bu emelini ideolojik bir kılıfa büründürmeye çalıştı. Dünya Müslümanlarını buluşturma iddiasıyla bir kongre girişiminde dahi bulundu.
İslâm dünyasında aradığını bulamayan Komünistler, işgal ettikleri İslâm topraklarının her karışında Çarlık dönemi Moskof zulmünü mumla aratan zulümlere imza attılar. Müslüman nüfusu eritmek için, fiziki anlamda katliam, nüfus yer değiştirme (göç) gibi her tür zulmü yaptılar. Manevi anlamda da inançsızlığı, içkiyi, fuhşu yayıp İslâmî eğitim ve ibadetleri yasaklayarak o topraklarda İslâm'ın kökünü kazımanın yolunu aradılar. Çünkü Komünistler, Hıristiyan Ruslardan ve diğer toplumlardan görmedikleri bir muhalefeti Müslümanlardan görmüş, karşılarında engel olarak hep İslâm'ı bulmuşlardı.
Sovyetlerin sosyalizmi kullanarak Rus etki alanını bütün dünyaya yayma girişimi de İslâm'a takıldı. Hıristiyan dünyada hızla yayılan sosyalizm, İslâm dünyasında milliyetçilikle sentezlenmesine rağmen hiçbir zaman beklenen taraftar kitlesine ulaşmadı. Daha çok Alevi-Şii Müslümanlar arasında ulaştığı kitle bile İslâm dünyasında ona bağlı rejimlerin kurulmasına yetmedi. O Alevi-Şii kitle de 1960'lı yıllarda başlayan girişimlerle peyderpey ondan koptu.
Bu tarihi süreç, Sovyetler sonrası Rusya'nın İslâm dini ve İslâm dünyası ile ilgili tutumunda ister istemez bir rol oynuyor. Rusya, Müslümanlara karşı savaşarak devletleşmiştir; bağımsızlığını Altın Orda İslâm devletinin son kalıntılarını yıkarak kazanmıştır, varlığının garantisini İslâm'ın zayıf olmasında görüyor. Bu da onu İslâm dünyasında ılımlı veya değil, bütün İslâmî hareketlere karşı tetikte tutuyor. Rusya ayrıca “medeniyetler çatışması” sürecinde İslâm karşıtı rolle Batı'da kabul görme ve Batı sistemi içinde söz sahibi olmayı da umdu. İslâm'a düşmanlık etmenin siyasi bir kazanç sağlama ile denkleştiği bu dönemde Rusya, Batı'ya “İslâm'ı yenmek istiyorsan benimle işbirliği yapmak ve beni güçlü tutmak zorundasın” mesajı verdi; Batı da Rusya'nın bu mesajını her zaman önemsedi.
RUSYA'NIN SURİYE MÜDAHELESİNİN GEREKÇELERİ
Rusya'nın Kafkasya Müslümanları ile daha etkin mücadele etmek ve Batı ile yeni bir sahada kozlarını paylaşmak için Suriye'ye indiği iddia ediliyor.
Bu iddianın birinci kısmı doğru ise de ikinci kısmı söz koşunu İslâm dünyası olduğundan kuşkuludur. Zira Esed'in devrilmesi konusunda ikna olmayan sadece Rusya değildir. Batı da bugüne kadar Esed'i devirmek için hiçbir etkili adım atmadı. Bunun bir nedeni Esed'in yerine ondan daha çok İslâm'a karşı duracak laik bir muhalefetin bulunamaması ise, diğer nedeni de Batı'ın Suriye gibi merkezi bir noktada savaşı sürdürmenin İslâm dünyasını zayıflatma projesi için makul bulmasıdır. Bu da Rusya'nın İslâm politikası ile uyumludur.
Bu durumda Suriye'de Batı ile Rusya'yı karşı kutuplar olarak görmek yanlıştır. Aksine Batı ile Rusya Suriye'de müttefiktirler ve İslâm dünyasını anarşizm içinde tutmayı hedefleyen bu ittifak, çekişmeye rağmen devam ediyor. Rusya ile Batı çekişseler bile bu çekişmenin İslâm toprakları üzerinde sürmesi Müslümanlar için olumlu bir gelişme değildir.
Müslümanların dünya koşullarında rahatlamalarını sağlayacak olan, dünyanın iki veya üç kutuplu olması değil, İslâm'ın güçlü olmasıdır.
Rum Suresi hakikati ile Müslümanlar elbette dünya sorunları ile ilgilenecek; dünyadaki çekişmelerde küfrü yıpratacak gelişmelerden mutluluk duyacaktır. Ama, Müslümanlar için dünyadaki hasene (iyilik) ancak Müslümanların dünya sisteminde söz sahibi olmaları ile mümkün olacaktır.
Rum Sûresi'nin nüzul sürecinde önce Sasaniler, Rumları yenmiş; Bizans yıpranmış, Şam'ın fethini sağlayacak ortam oluşmuş; sonra Bizans, Sasanileri yenmiş, İran'ın fethini sağlayacak ortam vuku bulmuştu. Ama her iki fethi de sağlayan asıl etken bu unsur değil, Medine'nin yükselişiydi. Medine'nin yükselişi asıl unsur, diğerleri ancak yardımcı unsurdu. Merkez olmayınca kanatlar iş görmez.
Bugünkü dünyada da değişim ancak böyle bir merkezin oluşması ve gelişmesi ile mümkün olacaktır.
*Basından alıntı.