Amerikan Savunma Bakanı James Mattis, ilk resmi gezisini yaptığı Irak yolunda ilginç bir ifade kullandı: “Irak'ta kimsenin petrolüne el koymak için bulunmuyoruz.”
Kimsenin buna inanmadığını herhalde o da biliyordur.
James Mattis, Trump'un ekibindeki önemli isimlerden biri ve asker kökenli. Böyle bir açıklama yapma nedeni ise Trump'un daha önce söylediği sözler…
Amerikan Başkanı Donald Trump, görevine başladıktan daha bir hafta sonra bir televizyon kanalında programa katıldı ve ‘ABD'nin Irak'tan geri çekilirken bu ülkedeki petrolü kontrol edecek bir stratejiyle geri çekilmesi gerektiğini' söylemişti. Donald Trump, Barack Obama yönetiminin bunu yapmadığını ve IŞİD'in bugün Irak'taki petrolü satarak kendine finans kaynağı oluşturduğunu iddia etmiş ve sözlerine şunları eklemişti: "Eğer petrolü almış olsaydık IŞİD de olmazdı. Ortadoğu'ya 6 trilyon dolar harcadık ve bugün ülkemiz dağılıyor."
Özellikle son cümlesine takıldık Trump'un.
Küresel ekonomik politikaların siyasi ayrışmaya yansımasının belki de en net ifadeleri…
Aslında belki de dipten gelen, liberalistlerin kontrolündeki medyanın görmezden geldiği ve işte böyle vesilelerle belirginleşen sesler…
Hiçbir şeyin mekanik ve tam kontrollü olmadığı gerçeğinin kimilerini rahatsız eden görüntüsü…
Evet, süreç adım adım ilerledi, ilerliyor.
Zamanı ve süreci anlamaya çalışalım:
Küreselleşmenin en üst seviyelerde yaşandığı, iletişim çağının tüm sınırları zorladığı bir dönemde, bilgilenme ihtiyacının çevrimiçi bir mekanizma ile karşılanma yoluna gidildiği garip bir zaman dilimindeyiz.
Herkes çok şey biliyor; ama birçok kimse bu bilinenlerin bir manipülasyon sonucunda olduğundan/oluştuğundan habersiz.
Küreselleşmenin üst aklı “kontrollü bilgi akışı” ile toplumların ilgi ve tepkilerini bile tüketim amaçlı olarak kullanabileceğini düşündü ve bunu bir ölçüde başardı. Ama hesaba katmadığı bir şey vardı. Manipülatif bilgi beraberinde keskinleşmeleri, bu da yerel, bölgesel ya da etnik milliyetçilikleri getirdi ve marjinal grupları güçlendirdi. Çok fazla ideolojik derinliğe ihtiyaç duymayan milliyetçilikler, tüketim kölesi sığ düşünceli bireyler yetiştirdiler ve bu bireyler parçalı bilgileri, sloganları yan yana koyarak küreselleşmenin ekonomik refahlarına zarar verdiğini düşündüler ve tepkilerini “yabancı düşmanlığı” şeklinde gösterdiler. Sosyal medya ağları, yerel iletişim araçları, milliyetçi dalgaları kabartarak potansiyel tsunami tehlikeleri ortaya çıkardı. Bu tehlike de çok uzaklarda değil kendi kıyılarında kendini göstermek üzeredir.
Avrupa ve Amerika'sıyla batı dünyası şu anda yıkıcı etkilere sebep olması muhtemel “Tsunami” tehlikesiyle yüz yüze kalmıştır.
Yeni bir Frankenstein (Frankeştayn) hikâyesi ile karşı karşıyayız.
Dünyayı ve insanlığı bir kobay olarak kullanma çabasındaki Batı zihniyeti kendi imal ettiği; ama bir sapma olarak kabul ettiği tekno-putperest dünyanın saldırısı ile karşı karşıya kalacaktır ve zihin kodlarını çok iyi bilen rakibi karşısında çok fazla bir şansa sahip olmayacaktır.
Biz zorlama algılarla parlatılan bir rüyanın kabusa dönmekte olduğunun şahitleri olacağımızı düşünüyoruz.
Tabii zirve yapmış egoist bireyciliğin gemiyi içindekilerle beraber batırmaya teşebbüs edeceğini göz ardı etmemek gerekir.