Orucun belki de kazandırdığı en önemli şeylerin başında sabır gelmektedir.
Açlığa, susuzluğa ve bunların meydana çıkardığı öfkeye karşı sabretmek, insanın kendi nefsini terbiye etmesi açısından oldukça önemlidir.
Bununla beraber hayvani isteklere karşı direnebilmek insanın kendini tanımasını ve çevresine daha insani gözlerle bakmasını sağlayabilir.
Tabi her ibadette olduğu gibi oruçta da yapılanı bilinçli yapmak ve bu zahmetli amel ile Allah’a yakınlaşmayı dilemek gerekir. Bunun için de bir arınma ve günahlara direnme süreci olan orucun bağlantılı olduğu sabrın ne olduğunu ve neleri kapsadığını ilim ehlinden öğrenmek faydalı olacaktır.
İslami irfanın en önemli “kalp doktorlarından” olan İmam Gazali’nin görüşlerinden faydalanmaya devam ediyoruz.
Bakın bu ilim ve irfan zirvesi sabır konusunda neler demiş:
“Sabır acı bir ilâç, kötü kokulu bir şerbettir. Fakat aynı zamanda her menfaati celp eder. Bütün mazarratları def eder. Sabrın bu vasıfta bir ilâç olduğunu görebilen her akıllı, onun bir anlık acılığına tahammül eder ve şöyle düşünür:
“Bir anlık bir acı, bir senelik rahat ve huzuru sağlar.”
Sabır başlıca dört hususta olur:
1-Allah’a itaatte sabır ve sebat,
2-Günah işlememekte sabır ve sebat,
3-Lüzumsuz dünya zevk u sefasına dalmakta sabır ve sebat,
4-Musibetlere ve felâketlere sabır ve sebat.
Bu dört hususta sabırlı olan kimse, Rabbine ibadet edebilir; insanlık vazifesini yapabilir. Büyük sevaplar kazanır, mükâfatlara nail olur. Dünyada günah işlemek, ahirette de bunların cezasını çekmek felâketinden kurtulur. Dünya hayatında maddenin esiri olmaz. Yaptığı ibadetleri ve iyilikleri fesada uğramaz. Hâsılı bir anlık bir sabır yüzünden, tamamını ancak Allah’ın bileceği sevaplar ve mükâfatlar kazanır.
Sabrın birçok mazarratları def ettiğini söylemiştik. Gerçekten sabırsız kimse, dünyada sabırsızlığın getirdiği kasvet ve huzursuzluğa maruz kalır. Ahirette de ayrıca azap görür. Sabırsız kimse, sabırsızlığı yüzünden birçok menfaatlerinden olur, insan için Allah’ın kanunlarına uymak bir nevi zahmet ve meşakkattir. Sabırsız kimse bu meşakkatlere dayanamaz. Böylece Allah’a itaat edemez. Yahut kısa bir müddet sabreder, fakat peşini getiremez. Böylece yüksek derecelere erişmekten mahrum kalır. Sabırsız kimse nefsini kolay kolay gemleyemez. Nefsi, Allah’ın kanunlarına aykırı birçok şeyler yapmak; hiç olmazsa lüzumsuz, malayani ömür geçirmek ister. Sabretmeyen kimse böylece günah işler yahut ömrünü beyhude geçirir. Sabırsız kimse maruz kaldığı musibetlere hiç tahammül edemez. Âhu-zâr eder. Böylece muradına eremediği gibi sabretmek sevabından da mahrum kalarak çifte musibete uğramış olur. Bir musibete maruz kalındığı zaman sabretmemenin kaybedilen şeyden yani uğranılan musibetten daha kötü olduğu söylenir. Çünkü musibet ânında sabretmemek, yâni figan etmek musibeti önlemez. Kaybedilen şeyi geri getirmez. Musibete uğrayan, nasıl olsa kaybedeceğini kaybetmiştir. Sabreder, âhu-zâr etmezse; hiç olmazsa sabır sevabını kaybetmemiş olur.
Sözün kısası; Allah’a güvenmek, künhüne vâkıf olunamayan şeyleri ona ısmarlamak, felâket ânında sabırsızlanmayı, öfkelenmeyi ve Rabbinin hükmüne karşı gelmeyi terk ederek kadere rıza göstermek ve sabretmek ağır bir yük, acı bir ilâçtır. Fakat yapılacak en doğru şey de budur.”
Bu sözlerin üstüne bir şeyler söylemeye gerek yoktur sanırım.
Oruç, arınma kadar bir sabır ve günaha direnme ibadetidir.
“Allah sabredenleri sever.” (Al-i İmran/146)