Saddam Hüseyin, kendinden önceki Irak devlet başkanlarından farklı özelliklere sahip bir liderdi. Modern Irak tarihinde iktidar olmuş bütün liderlerden daha hırslı, daha gözü kara ve daha acımasızdı. Hırsıyla Baas Partisi içerisinde hızla yükselir ve partinin en tepe noktasına gelirken gözü karalığı ise onu petrolün millileştirilmesi ve Kuveyt’in işgali gibi tarihi ama bir o kadar da tartışılır kararlara imza atmasına yol açtı. Acımasızlığı ise hem Baas partisinin hem de kendisinin Irak’ta kısa vadede gücünü tahkim ettiyse de uzun vadede sonunu getiren unsur oldu. Halepce ve Düceyl gibi kimi yerlerde kimyasal silahlarla yapılan sivil katliamlara izin vermesi, ayrıca Şiilere yönelik hedef gözetmeksizin yapılan bastırma harekâtları, Irak’ta Sünni Araplar dışında bütün grupları karşısına almasına yol açtı.
Aşamalı olarak sertleşen politikalar, Irak’ta kısa vadede bütünlüğü sağlamış, bölünmenin önüne geçmiş ve muhalefeti dize getirmiş gibi bir görüntü oluştursa da uzun vadede ülkedeki etnik yarılmayı derinleştirmekten başka bir işe yaramadı. Bu politikalar ve baskılar, muhalefet saflarında siyasi sorunların ülke içi uzlaşma arayışlarıyla çözümlenemeyeceği çıkarımına, dolayısıyla siyasal arayışların ülke dışına doğru yönelmesine neden oldu.
Bu keskin kararlar, Irak’ta siyasal değişimin sistem içi yollarla değil, büyük bir uluslararası gücün dışardan yapacağı müdahaleyle gerçekleştirilebileceği yönünde muhalefete ait kanaatleri pekiştirmiş oldu. Nitekim ilki 1990 ikincisi ise 2003 yılında meydana gelen müdahaleler, ülkede oluşan bu kanaatlerin uluslararası kamuoyunda zaten Irak’ı işgal için fırsat kollayan Batılı güçlerin eline bulunmaz bir koz vermiş, ülkenin emperyalist güçler tarafından yağmalanmasının önünü açmıştı. Maceraperest kararları olmasa ve bu kozları süper güçlere kendi elleriyle vermese yine Irak’a yönelik işgal girişimi olur muydu bilinmez ama, onun, Irak halkının düşmanlarına istediklerinden de fazla bahane sağladığını söylemek hiç de abartılı bir yaklaşım olmaz.
Öte yandan Saddam Hüseyin’ne ilişkin tedavülde olan bir takım kısmi doğruluğa sahip bilgiler bulunsa da buna ilişkin ana akım medyada ve uluslararası yayın organlarında oldukça abartılı yorumların bulunduğunu ve zihinleri şekillendiren yaklaşımların da bu yorumlar olduğunu kabul etmek gerekir.
Saddam Irak halkı için hiçbir şey yapmamış bir lider değildir. Tersine kendisini ve ülkesini felakete sürükleyen birçok kararı bile, büyük ölçüde ülke maslahatı bunu gerektirdiğini düşündüğü için uygulamıştır. Ayrıca Irak’ın kalkınmasında Petrolün millileştirilmesinin önemli rol oynadığını görmek gerekir.
1972 yılında petrolün millileştirilmesiyle ilgili alınan kararın arkasında o dönem Devrim Komuta Konseyi’nde ve Baas Partisi içerisinde Ahmed Hasan el-Bekr’den sonra ikinci adam olan Saddam Hüseyin bulunmaktadır. Nitekim Cevad Haşim, “Iraklı bir bakanın Bekr ve Saddam’a ilişkin anıları” adlı eserinde bu millileştirme sürecini bütün ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Kitapta Saddam’ın daha başkanlık koltuğuna oturmadan petrolün millileştirilmesinde nasıl bir role sahip olduğunu anlatan yazar, onun “Biz bu Batılılara ülkenin kendisine ait zenginliklerde bile mahkum olursak, kalkınmamızı nasıl sağlarız?” dediğini aktarır.
Saddam’ın uluslararası sistemi karşısına aldığı bir başka kararının ise petrol satışında doları bırakıp Avro’ya geçmesi olduğu hep söylenmiş yazılmış, çizilmiştir. Bu kararını almada, bilinçli bir şekilde uluslar arası sistemde doların oluşturduğu tekeli kırmak ve ABD’yi köşeye sıkıştıran bir geleneği başlatma niyeti mi vardır yoksa sırf ABD’ye duyduğu kişisel hınç veya duygusal yaklaşım mı bunda rol oynamıştır, burasını Allah bilir. Ancak sonuç olarak bu karar, bütün ülkeler ya da en azından petrol üreticisi ülkeler tarafından paylaşıldığında tek başına ABD’yi köşeye sıkıştırmaya yeteceğini söylemek mümkündür.
Irak halkına yaptığı katkılar noktasında zikredilebilecek bir diğer husus ise ülkede ciddi bir eğitim ve öğretim programı başlatarak bunun için milyonlarca dolar harcaması, özellikle mühendis, bilim adamı yetiştirilmesine özel önem vermesi hep bu amaçla yapılmış uygulamalardır.
Irak’ın bu konuda Arap ülkeleri içerisinde öncü bir konuma sahip olduğu, nükleer fizikçilerden gen teknolojisine kadar çok farklı alanlarda yetişmiş bir bilim adamı sınıfına sahip olması Irak açısından gurur duyulacak bir şeydir. Bu ve bunun gibi hususlar, Saddam’ın büyük ölçüde ülkenin kalkınması için muazzam yatırımlar yaptığının göstergesidir. Tabii bu arada petrolden elde edilen milyarlarca dolar içerisinde kendisi için hiç de fena sayılmayacak bir serveti ayırmıştır, o da başka mesele.
Saddam’ın en çok eleştirildiği yanı, insanlığa karşı işlenmiş suçlar kategorisine giren toplu katliam ve soykırım operasyonlarına imza atmasıdır. Bu konu üzerinde tartışma olmayan bir meseledir. Zaten Saddam’ın sonunu getiren süreç bu katliamlarla başlamış, daha sonra attığı adımlar kendi sonunu hızlandırmaktan başka bir işe yaramamıştır.
Saddam’a sıkça yöneltilen eleştirilerden biri de, parti içindeki rakiplerini (bunların tamamı Baas ideolojisine sonuna kadar bağlı ve samimi insanlardır) acımasızca tasfiye etmesidir. Kendisine muhalif olduğunu düşündüğü bir çok insanı parti toplantısı çıkışında kendi elleriyle infaz etmiştir. Saddam’ın bu ve buna benzer kararlarının bir çoğunun ardında büyük ölçüde kendinden önceki dönemde Baas partisinin ve liderlerinin yaptığı hatalardan çıkardığı dersler yatmaktadır. Örneğin petrolün millileştirilmesini Saddam, 1963 yılında Baas Partisi’nin maddi açıdan hazırlıksız yakalanmasına benzer bir süreci bir kez daha yaşamamak, parti içindeki muhalif isimlerin tasfiyesini de Arap dünyasında Baas partisi içerisindeki ayrışma ve kavgaların partiyi ve ülkeyi zayıflatması vardır. Ancak bunların hiçbiri tabii ki yapılan tasfiye operasyonlarını ve katliamları meşrulaştıramaz.
Kimyasal ve biyolojik silahlara büyük yatırımlar yapması, özellikle komşusu İran’a karşı silahlar yığmış olması ise Saddam’ın affedilmez hatalarındandır. Özellikle bu dönemde Amerika ve diğer Batılı ülkelerin İran İslam Devrimi’ni boğmak için kendisini bir piyon gibi kullanmalarına izin vermesi, onun tutarsız politikalarının en çarpıcı örneğidir.
Kuveyt’i işgali gibi kararlar ise ülkeye yıkım ve felaket getirmiş politikalardır. Zaten tarihsel olarak gelinen nokta da bu kararların yanlışlığını ortaya koymuştur.
Saddam Hüseyin gerek Baas Partisi gerekse ülke içerisindeki diğer muhalif gruplara karşı güçlü olmak için maddi olarak da güçlü olması gerektiğini düşünmüş, bu bahaneyle de özellikle petrol gelirlerinden önemli bir payı kendine ayırmıştır. Batılı kaynaklar Saddam’ın bu anlamda kişisel servetiyle hükümet gelirleri arasında bir ayrım yapmanın oldukça güç olduğunu ifade etmişlerdir.
Saddam’ın servetinin kaynağı
1963 darbesinden ve Abdülkerim Kasım’ın suikasta uğramasından sonra darbeciler onun hakkında hiçbir yolsuzluk dosyası bulamadılar. Kasım’ın cebinden sadece 10 Irak dinarı çıkmıştı. Saddam ise iktidar koltuğuna oturduğu yıllar boyunca özellikle petrol gelirlerinden elde ettiği serveti, yabancı bankalarda gizli hesaplara aktardı. Irak gelirlerinin sistematik olarak ilk yağma edilişi, 70’li yılların başlarına yani Baas iktidarının ilk dönemlerine rastlar. Bunun ilk örneği petrol ticaretiyle uğraşan ve Irak’ın petrol satışının yüzde beşini alan iş adamı Gülbenyan’ın mallarına el konmasıdır.
Gülbenkyan, kökleri İstanbul’a kadar giden bir Ermeni ailenin çocuğudur. Babası Kaust Gülbenkyan’la birlikte başlamıştır aile petrol işine girmeye.. dünya petrol ticaretinin önemli isimlerinden olan Kaust Gülbenkyan servetinin büyük bir kısmını Portekiz’deki teknolojik araştırmalara ve kütüphanelerin ayakta tutulmasına tahsis etmiş. Oğul Gülbenkyan ise bir çoğu Irak kentlerinde olan babasının petrol yatırımlarını aynen devam ettirmeye çalışmıştır.
Bahsi geçen %5’lik oran, yabancı petrol şirketlerinin Gülbenkyan’a, kendilerine Irak petrolüyle ilgili imtiyaz verilmesi karşılığında ayırdıkları bir meblağdır. Bu meblağ, o dönemde milyonlarca dolara tekabül etmekteydi. Saddam, 1979’da iş başına geldiğinde güvenlik bahanesiyle Gülbenkyan’ın aldığı bu paraları kendi şahsi servetine kattı. Paralar, doğrudan Saddam’ın İsviçre’deki hesabına yatırılıyordu.
Kaçak paralar meselesi
The Observer gazetesi, 2003 yılında verdiği bir haberde Amerikan ve Irak hükümetleri müfettişlerinin Saddam Hüseyin’in, Irak ile BM arasında gıda karşılığı petrol anlaşması dışında Suriye ile yaptığı kaçak ticaretten elde ettiğ 2.2 milyar dolarlık servetin peşinde olduğunu yazdı.
BM’nin verilerine göre Saddam’ın, kendisine ambargonun uygulanmaya başlandığı 1990 ile 2003 arasında kaçak yollardan elde ettiği servetin 9 milyar dolar civarında olduğu, bu paranın da İsviçre, Japonya ve Almanya gibi ülkelerde bulunduğu tahmin ediliyor. Banka uzmanları Saddam Hüseyin’in servetinin Ortadoğu’daki şahıslar ve özel kurumlar üzerine yürütüldüğü yönünde güçlü kanıtlar olduğunu ifade ediyor.
Saddam’ın serveti ne kadardı?
Uzmanlar Saddam’ın servetini tahmin etmenin mümkün olmadığını belirtirken bağımsız kaynaklar, bu servetin toplamda 2 ila 10 milyar dolar arası olduğunu kaydediyor.
Amerikan Forbes dergisi, ise bu rakamın 7 milyar dolar civarında olduğunu belirtiyor. Amerikan Dışişleri Bakan yardımcısı Richard Armittage ise 1991’deki Körfez krizinden önce Saddam’ın şahsi servetinin 21 milyar dolar olduğunun tahmin edildiğini söylüyor.
Irak diktatörü Saddam Hüseyin’in serveti büyük ölçüde altına, elmasa ve takibi mümkün olmayan başka şeylere dönüştürüldüğü kaydediliyor. Yetkililerin işaret ettiği bir başka nokta ise uluslararası hukuk açısından Saddam Hüseyin’in 1990 yılından sonra elde ettiği paraların tamamen yasa dışı sayılması. Bu nedenle de paraların bulunduğu bankaların uluslararası kurumlara başvurarak bunların yerini bildirmemesi suç sayılıyor. Saddam’ın gıda karşılığı petrol satışı programının dışında elde ettiği petrol gelirinin ise 6 milyar doları bulduğu tahmin ediliyor.
Saddam’ın gelirlerinden bir kısmını ise sigara kaçakçılığı ve Şii hacıların ülkeyi ziyaretlerinden elde edilen paralar oluşturuyor. Irak’ta petrol kaçıran firmalara uygulanan para cezaları da serveti içinde belirli bir yekun tuttuğu tahmin ediliyor.
Peki Saddam’ın Serveti nerede?
US Today gazetesine göre Saddam, bir savaş ya da darbe vesilesiyle servetinin elinden çıkacağından endişe ediyordu. Gazete, banka uzmanlarının verdiği bilgiye göre, Amerikan birliklerinin 2003 Martında Bağdat’a füze yağdırmasından sonra Saddam’ın ailesinin Irak Merkez Bankası’ndan 1 milyar dolar kaçırdığını iddia ediyor.
Amerikan Hazine Bakanlığı sözcüsü Taylor Griffin ise Saddam’ın saraylarından birinde kutulara doldurulmuş 950 milyon dolar bulunduğunu söyledi. Bu paranın Merkez bankasından alınmış para olduğu tahmin ediliyor. Griffin’e göre Saddam klasik para aklama sorunuyla karşı karşıyaydı. O kadar çok parası vardı ki bu parayla ne yapacağını bilmiyordu.
Bu iddiaların ne kadar doğru olduğu ise tartışma konusu, zira Irak gibi bir ülkenin başında bulunan siyasi liderin, geçmişinde ne kadar hata ve yanlış yaparsa yapsın, elindeki parayla ne yapacağını bilmiyor olması düşünülemez. Amerikalıların klasik manipülasyonlarından biri ile karşı karşıya olabiliriz. US Today yazarı Thomas Ankner, medyada çıkan haberlere ve araştırmacıların tespitlerine dayanarak kaleme aldığı yazısında Saddam’ın kendine ait paraları yakın dostları aracılığıyla Avrupa’dan Filistin ve Ürdün bankalarına transfer ettiğini ileri sürüyor.
Öte yandan ciddiye alınması gereken bir başka iddia da Fars haber Ajansı’na demeç veren Saddam’ın üst düzey güvenlik yetkililerinden biri olan Ali el Bağdadi tarafından dile getirildi. Buna göre ABD, eski diktatörün Avrupa’daki farklı bankalarda bulunan servetinin yerini tespit edip hiçbir kanuni gerekçe ortaya koymaksızın bu paralara el koymuş durumda. Bağdadi’ye göre ABD’nin el koyduğu rakam 5 milyar doları buluyor.
Bağdadi’nin ifadesine göre el konulan banka hesapları arasında Saddam Hüseyin’in ailesi, akrabaları ve yakın mesai arkadaşları da bulunuyor. ABD ayrıca Iraklı liderin bir Hollanda ilaç firmasındaki hisselerini de müsadere etmiş. Bağdadi, Saddam’ın yabancı bankalarda ve finans kuruluşlarındaki toplam mal varlığının 100 milyar doları bulduğunu iddia etse de bu rakamın abartılı olduğu bir gerçek. Bağdadi, bu paraların büyük bir bölümünün Avrupa ülkelerinde bankalarda saklandığını, kalan paraların ise Yemen’de Baas partisi önde gelenlere teslim edildiğini belirtiyor.