HÜDA PAR Genel Başkanı İshak Sağlam, yaptığı haftalık iç gündem değerlendirmesinde; Türkiye'deki ötekileştirici politikalar, polisin tehdit haline gelmesi, enerji fiyatları ve dışa bağımlı ekonomi, 'Anadolu Masalları' projesi ve İstanbul Sözleşmesi gibi gündemin öne çıkan başlıklarını değerlendirdi.
Farklı etnik kimliklerin yoğun olarak yaşadığı bir coğrafyanın dağlarına, 'Ne Mutlu Türküm Diyene' yazılmasının ötekileştirici bir davranış olduğuna işaret eden Sağlam, bu memleketin etnik kimlikler üstü bir birlikteliğe ve anlayışa ihtiyacı olduğuna dikkat çekti.
Enerji fiyatları ve dışa bağımlı ekonomi sistemine ilişkin yaptığı değerlendirmede Sağlam, dış ticaret açığı kapanmadan ekonominin düzlüğe çıkmasının mümkün olmadığını söyledi.
"Anadolu Masalları Projesi"ndeki tercih edilen kişiler üzerindeki endişelerini dile getiren Sağlam, projesinin bu haliyle toplumumuzun hassasiyetleriyle çeliştiğini söyleyerek ya durdurulması ya da revize edilmesi çağrısında bulundu.
"Türkiye'de ötekileştirici politikalar bitmelidir"
Ulusalcı-milliyetçi-ırkçı anlayışın halen devam ettiğini söyleyen Sağlam, "Osmanlının yıkılışına sebep olan ve koca bir İslam coğrafyasını parçalayıp küçük devletçikler haline getiren ulusalcı-milliyetçi-ırkçı anlayışın halen devam ediyor olması üzüntü vericidir. Farklı etnik kimliklerin yoğun olarak yaşadığı bir coğrafyanın dağlarına 'Ne Mutlu Türküm Diyene' yazılması, toplumu etnik kimlik üzerinden ayrıştırıp ötekileştiren bir anlayışı temsil etmektedir. Geçmişte inkâr ve asimilasyon politikalarının taşıyıcısı olan bir sözü ısrarla tekrar edip dağa-taşa kazımak, bu ülkenin birliğine, beraberliğine ve kardeşliğine fayda vermez. Aksine çok etnik kimlikli toplumlarda etnisite üzerinden geliştirilen politikaların merkeze alınması birliğin bozulmasına ve aidiyet duygusunun zayıflamasına sebep olmaktadır." dedi.
"Bu memleketin etnik kimlikler üstü bir birlikteliğe ve anlayışa ihtiyacı vardır"
Irkçılığın olduğu yerlerde adaletin ve kardeşliğin olamayacağına işaret eden Sağlam, "Bu memleketin etnik kimlikler üstü bir birlikteliğe ve anlayışa ihtiyacı vardır. Kişinin kendi halkını, yurdunu ve dilini sevmesi en tabii ve insani bir durumdur. Ancak bu sevgi, hiç kimseye diğer ırkları, kavimleri ve dilleri küçümseyerek inkâr etme hakkı vermez. Bunun adı asabiyet veya ırkçılıktır. Kavim asabiyetinin olduğu memleketlerde adalet ve kardeşlikten söz edilemez. Türkiye'deki sorunların temelinde bu politikadan vazgeçilmemesi hususu yatmaktadır. Bugün dahi bu politikanın, toplumsal ayrışmayı tetikleyecek önemli bir potansiyele sahip olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla devletin ve hükümetin, hakkaniyete aykırı olan, toplumsal bütünlüğü bozan ulusalcı-milliyetçi söylemleri bitirme hususunda tarihi ve vicdani bir sorumluluk taşıdığını hatırlatmakta fayda görüyoruz." ifadelerini kullandı.
"Polisin tehdit haline gelmesi önlenmelidir"
Adana'da yaşanan olay ve Nusaybin'de polisin çocuklara müdahale şeklinin infiale neden olduğuna dikkat çeken Sağlam, "Site bahçesinde bulunan çocukların silahla kovalanması ve havaya ateş edilmesi amacını aşan, sokağa çıkma yasağının amacı ile izah edilmesi mümkün olmayan bir müdahale şeklidir. Engelli bir çocuğun eli silahlı bir polis tarafından yaka paça polis aracına götürülüp azarlanması, görevi halkın emniyet ve güvenini temin etmek olan polis teşkilatı açısından vahim bir durumdur. 27 Nisan 2020 tarihinde Adana'nın Seyhan ilçesinde 'dur' ihtarına uymayan Suriyeli 17 yaşında bir gencin polis tarafından kalbinden vurularak öldürülmesi olayından sonra Nusaybin'de yaşanan bu olay, polise verilen yetkinin çerçevesinin bir daha değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymuştur." tespitinde bulundu.
Bu tür olayların bir daha yaşanmaması için yetkilileri göreve çağıran Sağlam, "Görevi kötüye kullanma ve amacını aşan müdahale şekilleri hakkında başlatılan soruşturmaların formaliteler ile sınırlı kalmaması, kamu vicdanını tatmin etmesi ve sonuçlarının kamuoyu ile paylaşılması gerekir. Özellikle halkın can güvenliğini tehdit eden ağır suiistimal durumlarına karşı etkin müeyyideler uygulanması gerekir. Aksi halde bu tür olayların önünün alınması mümkün değildir." diye hükümeti uyardı.
Enerji fiyatları ve dışa bağımlı ekonomi
Enerji fiyatlarındaki artışa da değinen Sağlam, "Avrupa İstatistik Kurumu verilerine göre 2018'in ikinci çeyreği ile 2019'un ikinci çeyreği arasındaki dönemde Avrupa'da enerji fiyatlarındaki en yüksek artış doğalgazda yüzde 24.5, elektrikte ise yüzde 20.2 ile Türkiye'de gerçekleşti. Coronavirus salgını, zaten var olan krizin büyüyerek bütün sektörleri kuşatmasına neden olmuş, böylece toplumsal bir boyuta dönüştürmüştür. Ekonomik krizin bitmesi ve normalleşme sürecinin bu enerji fiyatları ile başlaması mümkün değildir. Üretim ve sanayinin tekrar canlanabilmesi ve dolayısıyla da istihdamın yükselmesi için maliyetlerin minimize edilmesi gerekir. Bu nedenle enerji fiyatlarına el atılarak makul bir seviyeye çekilmelidir." dedi.
"Dış ticaret açığı kapanmadan ekonominin düzlüğe çıkması mümkün değildir"
Türkiye'nin dışa bağımlı ekonomik sistemini de eleştiren Sağlam, "Son 2 ayda döviz fiyatlarındaki artış, Ağustos 2018 yılındaki seviyeyi de geride bırakmıştır. Dövizin bu denli yükselişini küresel kriz ile izah etmek tatmin edici değildir. Doların bütün zamanların rekorunu kırdığı bu dönemde etkin tedbirler devreye sokulmalıdır. Yıllardan beri iç ve dış borcun eritilmesi yönünde etkili bir irade ortaya konulmadı. Her geçen yıl, borçlar katlanarak büyüdü. Ekonomi idaresinin başarısızlığı, devletteki israfçı zihniyet, büyük yatırımlardaki hesapsız sözleşme modelleri ile dışa bağımlılık, ekonomideki kara deliklerdir. Türkiye'nin dışa bağımlı ekonomik sistemi, kur artışlarından büyük oranda etkilenmektedir. Kur artışlarının ekonomi üzerindeki etkisinin kırılmasının tek yolu dışa bağımlılıktan kurtulmuş, yerli dinamikler üzerinde kaim ekonomi sistemine geçiştir. Dış ticaret açığı kapanmadan ekonominin düzlüğe çıkması mümkün değildir." ifadelerini kullandı.
"Anadolu Masalları' Projesinin bu haliyle toplumumuzun hassasiyetleriyle çeliştiği açıktır"
"Anadolu Masalları" Projesine dair endişelerini dile getiren Sağlam, "Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğü ve UNESCO Türkiye Komisyonu iş birliğinde yürütülen Anadolu Masalları Projesi kapsamında, çocukların evde kaldığı dönemi verimli geçirmeleri için yeni bir çalışma başlatıldı. Proje EBA TV ekranlarında ve Anadolu Masalları Youtube Kanalı'nda uygulamaya geçti. Masal gibi anlatıların çocukların ruhsal ve pedagojik eğitimlerine katkısı elbette büyüktür. Ancak bu tür projeler yapılır ve yürütülürken 'dil, üslup, kişilik ve değer' olarak halkın kültürü ile uyumuna dikkat edilmelidir. Bu kapsamda tercih edilen kişilerin çoğunun toplumun ahlaki değerleri, inancı ve kültürü ile alenen sorun yaşayanlardan tercih edilmesi, projenin amacını sorgular hale getirmiştir." şeklinde konuştu.
"Anadolu Masalları' Projesinin ya durdurulması ya da revize edilmesi gerekir"
Tercih edilen şahıslardan dolayı projenin revize edilmesi çağrısında bulunan Sağlam, "Tercih edilen bu şahıslardan bazılarının yaşantıları, davranışları, meslekleri ve de fikirleri ile iyi bir örnek teşkil etmedikleri halde çocuklarımıza rol model olarak sunulmalarının pedagojik, psikolojik ve de ahlaki olarak ciddi tahribatlara neden olacağı aşikârdır. Toplumumuzun geleceği olan çocuklarımızın yine toplumsal gerçekliğimize uygun bir şekilde yetişmeleri, üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir konudur. 'Anadolu Masalları' Projesinin bu haliyle toplumumuzun hassasiyetleriyle çeliştiği açıktır. Bu nedenle projenin ya durdurulması ya da revize edilmesi gerekir." diye tavsiyede bulundu.
"İstanbul Sözleşmesi'ne neden dokunulamıyor?"
Sağlam, son olarak hükümetin, İstanbul Sözleşmesi'ne karşı takındığı duyarsızlığı şu sözleriyle eleştirdi:
"İstanbul Sözleşmesi ve Aileyi Koruma Kanunu toplumda ciddi olarak konuşulmaya devam etmektedir. Toplumda yeteri kadar tartışılmadan, partilerin merkezi dayatmaları ile oldubittiye getirilerek meclisten geçirilen bu kanunlar, sebep oldukları yıkım nedeniyle bugün kamu vicdanını kanatmaya devam etmektedir. Mevzuatın kaynağı; toplumsal değer, ilke ve ahlaki yapı olmalıdır. Müslüman toplumumuzun değer ve ilkelerine aykırılık teşkil eden ve toplumumuzun en temel hassasiyetlerini ortadan kaldıran bu tür kanunların sonuçları ortadadır. Kaldırılmaları veya değiştirilmeleri yönünde toplumun kahir bir ekseriyetinin mutabakatına, aşikâr zararlarına ve bütün tepkilere rağmen hükümetin meseleye eğilmemesini, hükümete yakın çevrelerin bu konunun gündeme gelmesinden dahi rahatsız olmalarını anlamak mümkün değildir. Hükümet, İstanbul Sözleşmesi ile 6284 sayılı yasaya giydirdiği bu 'dokunulmazlık' zırhının nedenini topluma izah etmek zorundadır. Bu anlamda hükümet aileyi ve en önemlisi geleceğimizin garantisi olan 'nesil'i korumak adına ivedilikle harekete geçmelidir."
İLKHA