Şahitlik, günlük hayatımızdır. Günlük hayatımızda gördüğümüz, duyduğumuz, yaşadığımız, yaptığımız ve hatta yapmadığımız her şey bu şahitliğin kapsamındadır. Bu da biz insanlara bir sorumluluk, bir yükümlülük getirmektedir. Şahit olduğumuz her bir şey bizi lehte veya aleyhte bir tavır koymada yükümlü kılmaktadır. Çoğunlukla farkında değiliz, ama üzerinde düşündüğümüzde göreceğiz ki, aslında sevinçlerimizin ve üzüntülerimizin, refahımızın ve sefaletimizin kaynağında bazen yerine getirdiğimiz ve bazen de ihmal ettiğimiz bu yükümlülüğümüz vardır. Şöyle demek daha doğrudur: yaşadığımız olumsuzluklar ne kadar fazlalığı yerine getirmediğimiz yükümlülüklerimizin fazlalığındandır. Zilletimizin veya izzetimizin miktarını şehadetimizi nasıl yaptığımız belirlemektedir.
Şahit olmak, gördüklerimiz, duyduklarımız ve yaşadıklarımızla sınırlı değildir. Allah’a iman etmek, O’na şirk koşmamak, peygamberlerine ve onların aracılığıyla gönderdiklerine inanmak da bu bağlamdadır. İnsanın şehadetinin gereğini yapması insani bir yükümlülüktür. Bir insanın Allah’a inanmıyor olması, onun diğer konularda da şahitlik görevini ihmal etmesini gerektirmez. Ama kişi eğer Müslüman ise şahitliğinin gereğini yapması farzdır. Yani hayati bir tehlike olmadığı sürece şahitlikten kaçınmamak, doğru olan ne ise söylemek ve doğrudan yana olmak biz Müslümanların üzerine farzdır. Ki buna dair birçok ayet ve hadis de vardır. Nitekim bir ayette Allah cc. şöyle buyuruyor: “Şahitliği gizlemeyin. Kim onu gizlerse, artık şüphesiz, onun kalbi günahkârdır. Allah, yaptıklarınızı bilendir.”
Şahitlik genellikle müdahaleyi gerektirir. Bu gibi durumlarda kişi şahitliğinin, diğer bir ifade ile yükümlülüğünün gereğini yapmalıdır. Bunun kolay olmadığı doğrudur. Ama karşılaşılacak zorluklar bu yükümlülükten kaçınmayı mazur görmüyor.
Konuyu günlük hayatımızdan bazı örneklerle açalım.
Örneğin, tartı ve ölçüde hile yapıldığına şahit oluyoruz. Bir kişinin diğer bir kişinin hakkına tecavüz ettiğine şahit oluyoruz. Bir kişinin diğer birilerinin canına, ırzına ve malına kast ettiğini görüyoruz. Birilerinin yolsuzluğuna, hırsızlığına, yaptığı işe hile ve fesat karıştırdığına, işlerinde hakkı, adaleti, ehliyeti ve liyakati gözetmediğine şahit oluyoruz. Kısaca bütün bu ve benzeri durumlarda bize düşen görev, şahitliğimizin gereklerini yerine getirmektir. Bu süreçte karşılaşacağımız zorluklar ve hatta zaman zaman uğratılacağımız maddi ve fiziki zararların Allah katında alacağımız mükâfatların yanında bir hiç olduğunu unutmamak gerekir.
Dolayısıyla izzet, refah, mutluluk, iç huzur, ruhen ve bedenen mutluluk şahitliğimizi haktan ve adaletten yana yapmaktadır. Eğer bugün gerek toplum ve gerekse bireyler olarak birçok dünya nimetinden mahrum isek ve zenginlik içinde fakirlik yaşıyorsak ve bütün bunlarla birlikte hayatımızda izzetin değil, zilletin rengi ağır basıyorsa, nedeni şahitlik görevimizi yerine getirmeyişimizdendir.
İçinde yaşadığımız bu mübarek Ramazan günleri bizim işlerimizdeki ve insanlarla olan ilişkilerimizdeki şahitliğimizi tekrar gözden geçirmemiz için de büyük bir fırsattır.
Öyleyse şahitliğimizi Allah’ın, “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp hevanıza uymayınız. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” buyruğu doğrultusunda gözden geçirelim. Hakkına geçtiklerimizden özür dileyip haklarını vermeye çalışalım ve hakka tecavüz edenlerin ise elimizle, elimizle olmuyorsa dilimizle karşısına dikilelim. Buna da gücümüz yetmiyorsa, kalbimizle karşılarında olalım. Selam olsun hakkıyla ve layıkıyla şahit olanlara…