Sahtekarların kimyasını Serê Kaniyê`de Bozmak

Mehmet İkbal ATAK

Seré Kaniyé ya da Re’sul Ayn. Suriye sorunu içerisinde karşımıza çıkan yeni bir sorun ya da kısaca ‘sorun içinde sorun’ demek de mümkün.

Suriye krizi ya da sorunu anlaşılmadan Seré Kaniyé sorununu anlamak mümkün değildir. Çoğu zaman insanlar büyük resmi görüp olayları gerçekçi bir şekilde değerlendirmek yerine küçük resme takılıp kalmaktadır. Yine çoğu zaman büyük resmi çizen “Ressamlar”, kamuoyunu yanıltmak için kitleleri küçük resimle aldatabilmektedirler.

Bazen de aldatmaya dönük çizilen “Küçük resim”, hedeflenen asıl kitleyi oyalarken, hesaba katılmayan kitlelerce de bazen büyük resmi keşfetmeye giden bir yolun yön levhalarına dönüşebilir.

Suriye krizini tetikleyen bölgesel aktörlerin içerisindeki öncü ülke Türkiye’nin oynadığı rolün önemini kimse inkar edemez. Türkiye’yi Şam seferinde öncü kılan asıl saik ise, çizilen beynelmilel senaryoya göre “üç beş aylık peryotta” devrileceğine kesin közüyle bakılan Esad yönetimi sonrasında oluşması kuvvetle muhtemel Irak Kürdistanı benzeri ikinci bir Özerk Kürdistan statüsünün önüne geçecek şekilde oluşacak yeni dengelerde söz sahibi olabilmekti.

Şimdiye kadar Türk yetkililerinin, kamuoyunun duygularını okşayan “Zalim-Katil Esad” söylemi, öngörülen sürede Esad yönetiminin devrilememiş olmasından dolayı kredisini tüketme yoluna girerken, Esad yönetiminin belki çaresizlik belki de taktik manevrayla Kürdistan bölgesini tahliye ederek Kürtleri Türkiye ile yaşayacakları siyasi-askeri krizle baş başa bırakması, Türkiye’yi Suriye’ye müdahaleye sevk eden asıl dinamiklerle baş başa bıraktı.

Bu aşamadan sonra Türk yetkililer, “Katil Esad” söylemini sürdürmekle, uluslar arası/bölgesel müttefiklerinin yanında yer almaya devam ettiği mesajını vermeye devam ederken; PKK/YPG’nin Suriye Kürdistanı’nda görünür aktör olarak öne çıkması ise, Suriye’ye müdahale gerekçesinin “meşru zeminini” tazeleme fırsatına dönüştürdü.
PKK/YPG üzerinden kamuoyunu motorize etme stratejisini uygulamaya koyarken, bu tutum, Fırat’ın batısından aldığı destek dalgasına yeni bir ivme kazandırırken, Fırat’ın doğusunda “Katil Esad” üzerinden sürdürülen kamuoyu desteğinde kırılmaları da beraberinde getirdi.

Suriye Kürdistanı, Kürt halkının statüsüz, çoğunun da kimliksiz yaşamaya mahkum olduğu bir bölge. Esat yönetimi hangi saiklerle burayı terk etmişse etsin, bu durum, Kürtlerin yaşadığı bölgedeki idari statüye bigane kalması düşünülemezdi. Nitekim oluşan idari boşluk, orada yaşayan Kürt örgütlerce derhal dolduruluverdi.

İdari boşluğun doldurulması, tabii ki Kürt bölgesinin selamete erdiği anlamına gelmemekteydi. İki önemli etken, idari yapıyı kontrol etse de Kürtlerin atlatması gereken badireler olduğunu gösteriyordu.

Birinci etken; PKK’nin Suriye kanadı YPG’nin, PKK’den miras aldığı tekçi, otoriter, baskıcı, stalinist alışkanlıklarını orada var olan diğer Kürt gruplarına dayatması, örgütsüz Kürtlere de ciddi bir baskı aracına dönüşmesi.
Diğer Kürt gruplarıyla yaşadığı sorunlar ve Suriye Kürdistanı’ndan göç etmek zorunda kalan Kürtlerin, hasseten dindar Kürtlerin, YPG eliyle maruz kaldığı şiddet ve uygulanan bariz ayırımcılık, tıpkı PKK gibi YPG’nin de ideolojik örgütsel çıkarları Kürt halkının genel çıkarlarına tercih etmesinin bariz bir sonucuydu. Nitekim diğer Kürt grupların önde gelenlerinden bazılarına karşı YPG’nin başvurduğu suikastların yanı sıra, uyguladığı baskı politikaları, bir çok Kürt grubunun karargahlarını Erbil ya da Süleymaniye’ye taşımak zorunda kalmalarına yol açtı.

İkinci etken ise; Türkiye’nin Suriye Kürdistanı’na dönük çatışma ve kaos planlarını devreye sokması oldu. Şimdilik kaos ve çatışma alanı her ne kadar Seré Kaniyé ise de, aslında burası deyim yerindeyse diğer Kürt kentleri açısından bir deneme alanına dönüşmüş durumdadır. Türkiye, her ne kadar doğrudan kendi askeri gücüyle müdahale etmiyorsa da, “Mücahidlerin” buraya ulaştırılmasından, gerekli olan tüm askeri ve lojistik yardımlara kadar çatışmalar için gerekli olan tüm olanakları seferber etmiş bulunmaktadır. Medyaya yansıtılan çatışma dili her ne kadar Özgür Suriye Ordusu ile PKK/YPG arasındaki çatışma şeklinde olsa da, neticede YPG’li olan veya olmayan yöre halkının tamamı bu çatışmalardan etkilenmekte, dolayısıyla orada yaşayan Kürt halkı, devletin PKK/YPG sendromuna kurban edilmiş olmaktadır.

İrdelenmesi gereken diğer önemli bir husus ise, medyada “Cihadçı” diye isimlendirilen El Kaide veya benzer Selefi akımlara mensup kişilerin Seré Kaniyé’ye transfer edilerek çatışmalarda tetikçi olarak kullanılmaları ve kimi çevrelerce bunun “İslamcılar’ın Kürtlere savaş açması” şeklinde yorumlanıyor olmasıdır. Aslında bu gruplara mensup kişilerin Suriye dışından belli bir plan çerçevesinde Suriye sahasına taşınmaları ardındaki gerekçe, Seré Kaniyé’deki uygulamayla daha iyi bir şekilde anlamını bulmaktadır. Mali, Somali ve hatta Çeçenistan’dan tutun da özellikle Afrika ülkelerinin yanı sıra neredeyse tüm İslam ülkelerinden insanların Suriye sahasına akın etmelerinin mantıksal temelleri, varsa tabi, iyice irdelenmelidir. Çoğu, yaşadıkları ülkeler Suriye’yi karıştıran güçlerce saldırı ve fiili işgal altındayken soluğu Suriye’de almış olmaları hayli düşündürücüdür. Nitekim henüz tam bir konsensüs sağlanmasa da bunlardan oluşan kimi grupların “Terör” kapsamına alınması, ilk aylara nazaran lojistik desteklerinin kesilmeye çalışılması, Suriye ordusunun bunlara yönelik ciddi imha operasyonlarıyla beraber düşünüldüğünde, Suriye sahasının aslında bunların imhası için bir kapana dönüştürüldüğü sonucu ortaya çıkmaktadır.

Bu grupların “Cihadi” duygularla Seré Kaniyé’ye transfer edilmeleri de, Suriye kapanına nazaran bir açılım gibi görünse de aslında “Terör” sayılmaları üzerinde konsensüs sağlanmamış olmasının sebebi hikmetini ele vermektedir.

Durum bundan ibaret iken baskıcı, otoriter tutumuyla YPG ile Kürtlerin meşru taleplerini savaş sebebine indirgeyen Türkiye arasında devam eden fiili sürtüşmelerde yer alan mezkur unsurlar üzerinden meseleye “İslamcıların Kürtlerle savaşı” mantığıyla yaklaşmak, ya İslamcıları karalama dürtüsünün ya da PKK’ye selam durmanın yol açtığı ucuz kahramanlığın bir sonucudur.
D.Bakır’dan bölgeye gidip ölen bir genç için ANF denen sitenin “Seré Kaniyé’de” bir “Hizbi Kontra” elemanı öldürüldü haberinin gerisindeki zeka düzeyini sorgulamayı gerektirecek iftiracı yaklaşım ne ise, Türkiye’nin Suriye Kürtlerine dönük uygulamasının “İslamcılık” zeminine çekilmesi de odur.
Zannedersem bu tür şaşı ve iftiracı yaklaşımlara en güzel cevap da Hüda-Par’ın Seré Kaniyé ile ilgili açıklamaları oldu. Bu açıklama, Seré Kaniyé’de dönen dolaplara en açıklayıcı izahat getirmesinin yanı sıra, maddeler halinde sıralanan çözüm önerileri de, aylardır Seré Kaniyé ile ilgili lehte ya da aleyhte yalan makinesine dönüşen doğrudan tarafların iç yüzlerine ayna tutmuştur. Tarafların gündemine girmemiş olması veya medyalarında yer almamış olması, doğruluktan yana kısmetlerine pay düşmemiş bu kesimlerin herhalde kimyalarını bozmamışsa da en azından sarsmaya yetmiştir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.