Köy dindar yapılı insanlardan oluşuyordu. Eskiden beri tarikat ve tasavvuf ehli olarak biliniyorlardı. Fakat zaman değişmiş, komünizm yayılmış ve bölgenin gençleri arasında kabul görmeye başlamıştı. Marksizm kendini kabul ettirecek bir zemin bulmuştu: Kürtçülük.
Rejimin yıllarca uyguladığı ulusalcı politikalar, tepkilere zemin hazırlamıştı. Kürt balonu şiştikçe şişmiş, gerildikçe gerilmişti. Bir şekilde bu balonun patlatılması gerekiyordu. Ancak bir taşla iki kuş vurmak isteyenler, patlatılan Kürt balonunun yaratacağı tepkimede İslam’ın da etkisizleştirilmesi için, Marksist Kürtlere geçiş üstünlüğü sağlıyorlardı.
Bu nedenle köy ve kentlerimizde bir endişeli bekleyiş havası hâkimdi. “Ya bizim de gençlerimiz Kürtçülük yapacağım derken, Marksist-Leninist olsalar” diye başlayan konuşmalar, İslami endişelere sahip olanlarca, çare üretmek amacıyla yapılıyordu.
Tepeköy (Xirabê Rapin/)’de de gündem gençlerin imanının korunmasıydı. Endişeli birkaç molla toplanmış, hal çaresi düşünüyorlardı. Bunlardan biri de Molla Said idi. Zaman, Said Nursî gibi düşünüp, gençlerin imanını kurtarma zamanıydı.
Bir elin parmakları kadar olan bu mesuliyet sahipleri, kafa kafaya verip Köyün Camisinde ders halkası oluşturma kararı verdiler. Allah bu çalışmayı bereketlendirdi ve diğer mollalarla birlikte, Molla Said’in de talebeleri camiyi doldurdular.
“Sizi rahatsız etmeye geldim” şiarınca materyalistlere verilen rahatsızlık, kısa sürede imtihan çemberinin daralmasına sebebiyet verdi.
Bu kez zaman, Şeyh Said gibi davranmanın ve kılıcı kuşanmanın vaktini gösteriyordu. Molla Said, Şeyh Said’in verasetini almış, Aziz İslam’ı korumanın ağır sorumluluğunu sırtlanmıştı.
Ancak imtihan çok çetin geçiyordu. Köyleri ambargo altına alınmıştı. Köylülerde buğday olmasına rağmen un yoktu. Çünkü çevredeki değirmenlerin hepsini tehdit etmişlerdi. Hiçbir değirmen sahibi, onların buğdayını öğütme cesaretini gösteremiyordu. Dolayısıyla ekmeksiz günler başlamıştı.
Üstelik Ramazan orucu da başlamıştı. Ev halkı ve köylülerin büyük çoğunluğu unsuz kalmıştı. Molla Said ve arkadaşları bu soruna bir çare ürettiler: El değirmenleri (Destar) ile buğday öğüteceklerdi. Tabi bu yöntemle un elde etmek mümkün değildi. Fakat bulgurdan daha ince öğütülen buğdaylardan ekmek pişirilmeye başlanmıştı. Molla Said’in geçen senelerden kalma bir miktar buğdayı vardı. İşte bu buğdaylar tam 40 gün boyunca el değirmenleri ile öğütüldü.
Bütün bu olumsuz şartları beraberce yaşayan köylülerin moral kaynaklarından biri, takva abidesi Molla Said idi.
Said Nursî gibi imana ve takvaya yapışan Seyda, Şeyh Said gibi cihada sarılmayı da başarmıştı. Hangi Said’in yanına koysanız, onunla Saideyn olacak iman ve cihad kabiliyetine sahipti.
Sosyal medyadan duydum ki Molla Said Rabbine kavuşmuş. Ambargo yıllarında evinde tam 40 gün el değirmeni ile buğday öğütüp, konu komşuya ikram eden Seyda, Allah’a “Lebbeyk” demiş.
Köyündeki gençlerin çoğuna önderlik yapan, hidayetlerine vesile olan, vefatına kadar çocuklara Kur’an dersi veren bu şahsiyet, günümüz davetçilerinden bir davetçi idi. Hz. Peygamber (sav)’in varislerinden Said Nursî ile Şeyh Said’in davadaşıydı.
İmanına, ihlasına, ibadetine, îsârına, adaletine, eminliğine, insafına, hizmetine, azmine, mücadelesine, duasına, sabrına, sıdkına, merhametine, mertliğine, takvasına, teslimiyetine, tevekkülüne, tebessümüne, tazimine, uhuvvetine, ülfetine, yiğitliğine, kısacası saidliğine şahit olduğumuz Molla Said’e Allah’tan mağfiret, davadaşlarına da sabırlar diliyorum.
Hz. Peygamber (sav) ve Ashabına komşu olman duasıyla, Allaha ısmarladık seni güzel insan.