Salgına yol açan virüsün Çin’den başlayıp Avrupa ve Amarika’ya doğru takip ettiği rotaya geçen yazımızda yer vermiştik. Özellikle “Gelişmiş ülkeler” kategorisindeki rotayı izlemiş olması, sağlık yönünden etkisi önemli oranda durulsa da, yüzleşilmesi gereken diğer yıkıcı etkileriyle henüz tam olarak yüzleşilmediğini belirtmek gerek.
Salgın sürecinde alınan tedbirler, aynı zamanda küresel ekonominin beşiği sayılan ülkelerin kepenk kapatmasına neden oldu. Üretim durdu, istihdam dibe vurdu, ithalat, ihracat ve tedarik zincirleri büyük darbe almaya başladı.
Salgın öncesinde küresel ekonomideki büyüme oranını yüzde 3.3 olarak açıklayan IMF, revizyona giderek yüzde 3 oranında bir küçülme hedefi ortaya koydu. Sürekli dikkat çekilen 1929 buhranından sonra küresel ekonominin karşılaştığı en büyük kriz olan ABD merkezli “Mortgage krizi”ndeki yüzde 1.8 oranındaki küçülme dikkate alındığında, yeni küresel ekonomik daralmanın yol açacağı muhtemel kriz, 1929 buhranıyla kıyaslanmaktan ne yazık ki kurtulamıyor.
Nitekim 2020’nin ilk çeyreğindeki veriler bu anlamda hiç de iç açıcı değil. Küresel ekonomi ve ticari hayatı ellerinde bulunduran iki ülke olarak Çin’de ekonomideki küçülme oranı yüzde 6.8 olarak açıklanırken, Amerikan ekonomisindeki küçülme oranı yüzde 4.8 olarak gerçekleşti.
Uluslar arası kurumların da dikkat çekmekte beis görmediği 1929 buhranı, o dönem ekonomik sistemin üzerinde palazlandığı etkili sac ayaklarının şişirilip patlamaya hazır hale geldiği balonların patlamasıyla start aldı. Şişen gayrimenkul piyasasının bir anda patlaması, gayrimenkulleri zararına elden çıkaranların yöneldikleri Dow Jones borsasının dev bir balona dönüştükten sonra bir “Kara Perşembe” sabahında patlamasıyla sonuçlandı. Buhran öyle bir domino etkisi oluşturdu ki, Birinci Dünya Savaşı sonuçlarının beraberinde getirdiği fırsatlarla dönemin küresel kreditörüne dönüşen Amerikan ekonomisini yerle bir etmekle kalmadı. Etkisi on yıl boyunca sürecek olan dev bir küresel krize dönüşüverdi.
Salgın bu noktada beklenen krizin asıl sebebi değildir elbette. Sadece beklenen ve ekonomi otoritelerinin son birkaç yıldır dikkat çektikleri kriz beklentisi için tetikleyici bir unsur olarak belirdi. Dünyadaki toplam varlık değeri ile oluşan borç stokları arasındaki derin çelişki, servet dağılımında yüzde 1’lik bir kesimin servet dağılımının yüzde 99’nu tekeline almasıyla ulaşılan gelir adaletsizliği, borsa-tahvil-finans-faiz piyasasının durumu, karşılıksız basılan kağıt para birimleri, günümüz ekonomisi açısından gereğinden fazla şişirilip patlaması mukadder olan birer balon olarak değerlendirilmektedir. Nitekim bazı balonlar salgın sürecinde patladı bile.
Küresel ekomomiyi kontrol eden ülkeler, aynı zamanda insanlığın kanını emen merkezlerdir. Gel gör ki kendine özgü modeller geliştirmek yerine diğer ülkeler ihdas edilen mevcut sisteme entegre edilmiş model üzerinden yürümektedirler. Haliyle bu durum, küresel aktörler ile diğer ülkeler arasında adeta patron-işçi ilişkisine benzer bir sistem oluşturmuş vaziyettedir. Patronun iflas etmesi ya da fabrikasındaki olası bir durgunluk nasıl ki etkisini en çok işçiler üzerinde hissettiriyorsa, aynı şekilde küresel arterlerde yaşanan sallantılar en çok da diğer ülke ve toplulukları etkilemeye yol açmaktadır.
Büyük buhranlar sadece ekonomi üzerindeki etkisiyle değerlendirilemez elbette. Ekonomi, belirleyicilik açısından önemli olsa da sadece etkilenen alanlardan bir tanesidir. Dikkat çekilen 1929 buhranı, Birinci Dünya Savaşı sonuçlarına bağlı olarak ana aktörlüğün İngilizlerden Amerikalılara geçişinin sonuçlarından biridir aynı zamanda. Nitekim Birinci Dünya Savaşı da İngiliz bloğu ve rakiplerinin sömürü yarışının bir başka sonucuydu. Daha ziyade yol açtığı ekonomik felaketle anılan1929 buhranı, aynı zamanda Nazi Almanya’sının doğuşuna yol veren bir başka sonuç doğurdu. Nazi Almanya’sı da malumunuz olduğu üzere İkinci Dünya Savaşı gibi insanlık tarihinin dönüm noktalarından birini beraberinde getirdi.
Tüm ülkeler, salgın ve ekonomiye yansıyan olumsuz etkileriyle mücadele amacıyla kurtarma paketleri oluşturarak sürecin olumsuz etkileriyle mücadeleye giriştiler. Bu tür adımlar kaçınılmaz olsa da, bunun aynı zamanda eldeki avuçtaki mevcut birikimi harcayarak stokları eritmeleri anlamına geliyordu.
Salgının sağlıkla ilgili boyutu eninde sonunda bir şekilde atlatılacak. Ancak salgın sürecinin insanların davranış biçimleri üzerinde bırakacağı bir takım kalıcı etkiler kaçınılmaz gibi görünüyor. Bu değişim, değer artışının petrolden teknoloji alanına kayması örneğinde olduğu gibi yeni arayışlara, yeni alışkanlıklara, yeni tip rekabet biçimlerine mutlaka yansıyacaktır. Dolayısıyla üretim, istihdam, arz talep ilişkisi, tedarik yöntemleri ve piyasalar üzerinde hakimiyet kurma rekabetleri yeni bir boyut kazanacaktır.
Kriz beklentisi, aynı zamanda krizi az hasarla atlatma hamlelerini de beraberinde getirmektedir. Üretim ve pazarlama arzusu, pazar kapma yarışında sürpriz blokların oluşumunu ve yeni ittifak arayışlarını tetikleyecektir. Dolayısıyla ülkeler arasında hırs ve kıran kırana bir mücadele süreci kaçınılmazdır.
Salgın, ekonomi ve ticarette her ne kadar piyasaların yeni işgalcisi gözüyle bakılan Çin’i olumsuz etkilediyse de, bu süreci en hızlı atlatan ve piyasalara yeniden dönüş yapan ilk ülke yine Çin oldu. Virüsün yol açtığı durgunluğun Çin’e fatura edilme çabaları da yeni tip rekabet biçiminin yansımalarından biridir.
Devamı nasıl şekillenecek, bekleyip görmek lazım. Ama krizler doğası gereği kimileri için felaketlerle sonuçlanırken, kimilerine de yeni fırsat kapıları aralayacak karakteristik özellikleriyle bilinir.