Muharrem ayı bitmek üzere…
Aslında içinde sevinçleri barındıran ve aşure gibi hoş bir geleneği hediye eden bir aydır Muharrem.
Ama Müslümanlara böyle birden fazla sevinç çok fazla gibi…
Hz. Hüseyin ve Ehli Beyt’in acısı oturur içimize, 10 Muharrem 61’de.
Zamanlardan Yezid’in zamanı.
Şam Emevi Sarayı.
Atılan saltanat geleneğinin ilk halkası olan Yezid, sultasının devamı ve hanedanının bekasına bedel, Peygamber torunu Hüseyin’in kanı.
Devir Ubeydullah bin Ziyad devri. Ziyad bin Ebih’in oğlu. Sonradan Emevi hanedanı/ nesebine kayıt ettirilen Vali.
Basra valisi iken Kufe Valiliği’ne de atanan Ubeydullah.
Bütün bu yetkiler için kendisinden istenen, hanedana sadakat ve dolayısıyla Yezid saltanatının devamı.
Tabii kendisinin hem Basra hem de Kufe’deki valiliğinin devamı saltanata bağlı.
Yezid’in saltanat sevdası ve hanedanının bekası, dolayısıyla Ubeydullah’ın Basra ve Kufe valiliğinin devamına karşılık istenen bedel, Resulullah’ın torunlarının ve âlinin kanı. Hani salâvatlarımızda Resulullah ile birlikte andığımız evladu iyalinin kanı.
Beri tarafta Ömer bin Sa’d.
Sa’d bin Ebi Vakkas gibi muhteşem bir yıldız sahabenin oğlu. O ki aşare-i mübeşereden. Yani dünyada iken cennetle müjdelenen on kişiden biri.
Ömer bin Sa’d’ın gözü ise Rey valiliğinde. Yani bu günkü Tahran…
Valilik makamına karşılık istenen bedel Fatıma’nın oğlunun kanı.
Neden Ömer bin Sa’d?
Bu ismin babasının muhteşem manevi şahsiyetinden istifade edilmesi planı aşikâr…
Eee canım, karşıda Peygamber torunu varsa, bu tarafta da Sa’d bin Ebi Vakkas’ın oğlu var.
Yalnız unutulan şey, Peygamber’in kendi kızı Fatıma’yı dahi “Babana güvenme” diye uyarmasıdır.
Büyük imtihanın eşiği idi Rey Valiliği… Bir tarafta Rey Valiliği, beri tarafta Hüseyin’in pak kanı…
İslam uğruna ilk oku atan Sa’d bin Ebi Vakkas. Rey Valiliği uğruna Peygamber torununa ilk oku atan Ömer bin Sa’d.
Tarihin cilvesi işte...
Her ne kadar “Beni Hüseyin’in işine karıştırmayın” dediyse de, “O zaman Rey Valiliği için sana verdiğimiz emirnameyi geri ver” cevabına karşılık, “Alın emirnameyi başınıza çalın” diyemedi, Ömer bin Sa’d.
Rey Valiliği’ne karşılık ondan istenen Ali’nin oğlu Hüseyin kanı…
Pek büyük bir bedel…
Hz. Hüseyin’in etrafındaki çember daralmış ve susuzluğu had safhaya ulaşmıştı.
Yaralı ve susuz Peygamber evladının ayakları ister istemez Fırat’a doğru gidiyordu.
Fakat beş yüz kişi gerilmişti, O’nun ile Fırat arasına.
Sinan bin Enes, mızrağı ile köprücük kemiğine denk getirecek şekilde sapladı o nazik bedene. Göğsünden çıkan mızrak darbesi sonucu düştü Kerbela toprağına, bir daha kalkmamacasına.
Yezide sunulmak üzere mübarek başını vücudundan ayırdılar. Ömer bin Sa’d’ın emriyle başsız vücudu, Kerbela toprağının içinde belirsiz hale getirilinceye kadar atlara çiğnettiler.
Bu kafa koparma ve atlara çiğnetme olayı pek tanıdık geliyor bizlere değil mi?
İsterseniz hicri 61 yılında meydana gelen olayın yine hicri 1375 yıl sonrasına gelelim.
Kobanê Kantonu bahanesiyle sokağa çıkanların, kesmeye çalıştıkları Yasin’in başı ve cesetleri at yerine arabayla ezen güruhun taşıdığı ruh haliyle, Kerbela çölündeki Peygamber evladına kıyan güruhun ruh hali ne kadar da aynilik taşıyor.
Yasin Börü, Hüseyin Dakak, Hasan Gökgöz, Riyad Güneş ve diğer azizler. Vücutları tanınmayacak hale getirmek gibi bir cürüm, ne kadar da benziyor mübarek Peygamber evladının vücudunu Kerbela toprağında tanınmaz hale getirmeye.
Şam’daki saltanat için Peygamber torununun kanı.
Basra ve Kufe Valiliği için Fatıma’nın evladının kanı.
Rey Valiliği için Ali’nin oğlunun kanı.
Suriye’de Amerika’nın bahşedeceği birkaç bahşiş için, Yasin ve arkadaşlarının masum kanı.