Bu aralar Putin'in keyfine diyecek yok.
Neden böyle olmasın ki?
Milenyumluk Rus rüyası gerçekleşmiş durumda.
Suriye üzerinden Akdeniz'in sıcak sularına inilmiş,
Rusya'ya tehdit teşkil eden selefi gruplara Suriye kapıları sonuna kadar açılmış,
Suriye'de toplanan bu grupların birçoğu Rus bombaları ile katledilmiş,
Yetmedi, bu gruplara ABD adına finansörlük yapan Kılıç Dansı rakkası Suud Kralı, yenilgiyi kabullenerek tıpış tıpış Putin'in ayağına gitmiş…
Ruslar açısından bundan iyisi, Şam'da kayısı…
ABD açısından da durum çok farklı değil.
O da Suriye'ye fiili olarak yerleşmiş,
Bununla kalmayarak PYD üzerinden elli bin kişilik bir orduya sahip olmuş,
Mavi boncuklardan birini verdiği PKK-PYD'yi bir sopa gibi kullanmaya başlamış…
(Şimdilerde devletin terör grupları dediği bu silahlı birliklerin en az 20 bininin çözüm sürecinde silahlı örgüt tarafından bir şekilde dağa kaldırılan Türkiyeli Kürtlerden oluştuğunu bir kez daha not düşelim)
ABD, bu toprakların çocuklarını birbirine düşman hale getirerek gemisini yürütmeye devam ediyor.
Bu, aynı zamanda İslam ülkelerinin başındaki yöneticilerin başarısızlık ve becerisizliklerinin de resmi durumunda.
Suriye meselesinin başlangıcı ve devamı sürecinde bu fotoğrafı çok net bir şekilde çekip hükümetin ve kamuoyunun önüne koyduk.
Koyduk koymasına ama hükümet erkânı o dönem Başbakan Davutoğlu'nun imametinde huşû içinde Şam'da namaz kılma hazırlıklarına başlamıştı.
Öyle bir huşû hali vardı ki bizim fotoğrafı görmediler bile…
Olaylar büyüyüp Müslümanlar aleyhine yıkımın bilançosu ağırlaştıkça Türkiye ve İran'ı siyasi çözümler üretmek üzere defalarca bir araya gelmeye davet ettik.
Şimdi bunu çok rahat söylüyoruz ama o dönem bunu dile getirmek ateşten gömlek giymekti.
En hafif ve en nazik suçlama “Siyasetten anlamıyorsunuz, bırakın bu işleri!” şeklinde idi.
Meseleye yaklaşımımızı “İrancılık, şiicilik” parantezi içinde değerlendiren kifayetsiz ve muhteris yaklaşım sahipleri dün bizi anlamadıkları gibi bugün de anlamamaktadırlar.
Dün İran'ı şeytanlaştıranlar, bugün İran'a güzellemeler yaparken veya en azından sükût ederken bizler, Türkiye ve İran'ın Irak Kürdistan Bölgesi için askeri çözüm odaklı, gerginliği tırmandırıcı yaklaşımlarını eleştiriyoruz.
Emperyalist oyunları boşa çıkarma potansiyeline sahip bu her iki ülkeyi daha itidalli bir söylem ve eylem geliştirmeye; bir kez daha askeri çözümler değil, siyasi çözümler bulmaya davet ediyoruz.
Son günlerde Türkiye'den yükselen 82-Kerkük, 83-Musul söylemlerinin “Şam'da namaz” hikâyesinden hiçbir farkı yoktur!
Birinci Körfez krizinde Türkiye'ye çok ağır maliyetler çıkaran “Bir koyar, üç alırız!” hamasetinden hiçbir farkı olmadığı gibi.
Türkiye siyaseti artık hamaseti bir kenara bırakıp siyasi feraset ve basiretle meselelere yaklaşmalıdır.
Çok tuhaftır dün bizi “İrancı” diye suçlayanlar bugün de bu yaklaşımımız üzerinden Kürtçü ve Barzanici olarak suçlamaktadırlar.
Bir başka kesim ise 16 Nisan referandumuna yönelik “Evet” tavrımızdan dolayı bizi Tayyipçi olarak suçlamıştı.
Kuşkusuz bunların hiçbiri gerçeği yansıtmamaktadır.
Gelinen aşamada feraset ve basiret sahibi insanlar nezdinde HÜDA PAR'ın şu karakteri çok net bir şekilde ortaya çıkmıştır:
HÜDA PAR, bağımsız ve bağlantısız bir siyasi harekettir.
Ne İrancı'dır ne Tayyip'çi; ne de Barzani'ci…
Adalet, hakkaniyet, huzur ve selametin hâkim olmasını isteyen inançlı ve ilkeli bir partidir.
Bedeli ne olursa olsun, bu ilkelerini ne bir menfaate ne güncel siyasete ne de hamasete asla feda etmez!