GLADYO KRALI VE KRALİÇESİ
Doğu Perinçek bu aralar çok konuşuyor.
Dış politikadan söz ediyor, yargının kararlarına destek veriyor, hükümete çatıyor.
Boyundan büyük işlere kalkışıyor. Bu memlekette dengelerin ne kadar çabuk değiştiğini ve daha kısa bir süre önce cezaevinden çıktığını unutuyor.
Son açıklamalarından biri MHP'den ayrılıp ayrı parti çalışmaları içinde olan Meral Akşener'le ilgili.
Ağır iddialarda bulunuyor Perinçek:
“PKK'nın dahil olduğu bir bileşimin içinde Meral Akşener de kendisini dahil etti. Sizin söylediklerinizin hepsini ben şöyle özetleyim; Meral Akşener kontrgerilla veya Gladio'nun kraliçesi. Çiller Özel Örgütü adlı kitabımda yer alan şemanın içinde vardır. Bugünkü o yürüyüş içinde PKK ve FETÖ'nün yanında kol kola yer alması da Akşener'in bir Gladio kraliçesi olduğunun göstergesidir.”
Yeni parti hazırlığında olan Akşener, tüm çabasını MHP tabanına yöneltmiş durumda. O yüzden açıklamalar onu rahatsız etti.
Akşener, cevap olarak şunları söyledi: "Perinçek'in Gladyo dediği ve Çiller Özel Örgütü diye andığı isimlerden Meral Akşener hariç tamamı bugün Tayyip Erdoğan'la birlikte. Benimle uğraşan Perinçek, onlara karşı ne yapıyor acaba?”
Elbette Akşener, “Çiller özel örgütü”nü herkesten daha iyi bilir; ama tamamının Erdoğan'la beraber olduğunu söylemesi abartı; ama Perinçek'e neden onlarla uğraşmadığını sorması ise son derece komik olmuş.
Ya da “işin içinde bizim bilmediğimiz başka bağlantılar mı var?” diye düşünmeden edemiyoruz.
Öyle ya Akşener neden bir dönem Öcalan'ın en yakınındaki bir Doğu Perinçek'in “Akşener'in PKK-FETÖ ile kolkola” olduğu yönündeki iddiasındaki çelişkiye cevap vermiyor?
Kendisine “Gladyo kraliçesi” diyen adama neden “Gladyo kralı” demiyor?
Evet evet, büyük ihtimalle bizim bilmediğimiz “bağlantılar” var.
Bir süre beraber yürüdükten sonra “görev gereği” yollar ayrılmış olabilir.
SARHOŞ KİM?
Yeni kabine görevine başladı, ama tartışmalar bitmedi.
Ve ilginçtir ki, tartışmaların bir tarafında MHP var.
İlk atışma Ahmet Davutoğlu ve Devlet Bahçeli arasındaydı.
İki taraf da birbirlerine “adrese teslim” taşlar attılar.
Sonra onlar sustu; ama tartışma bitmedi.
Yeni kabinede üstü çizilen eski Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş ile MHP arasında da polemik başladı.
AK Parti milletvekili Tuğrul Türkeş, MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın ile ilgili bir soru sorulması üzerine "Sarhoşlara cevap vermem" yanıtını verdi. Türkeş, MHP'den ayrıldığı dönemde de "2 sarhoş, 3-5 çakal konuşuyor" ifadeleriyle yine MHP parti yönetimini hedef almıştı.
Birçok kişi Türkeş'in “sarhoş” sözüyle Semih Yalçın'ı kastettiğini sandı; ama sanırım yanıldılar.
Her iki taraf da kimin kast edildiğini iyi biliyor.
Emin Pazarcı da kimin kastedildiğini herkesin bildiğini söylemişti.
Şimdilik siyaset çevrelerinde “kral çıplak” diyebilecek biri aranıyor.
MÜTEKABİLİYET OLMAZSA
Amerikan Dışişleri Bakanlığı, Cumhuriyet Gazetesi davası hakkında açıklamalarda bulundu. Sözcü Heather Nauert Türkiye'nin yargı bağımsızlığına ve ifade özgürlüğüne saygı göstermesi çağrısı yaptı.
Nauert ABD'nin Türkiye'de hükümeti eleştirenlerin gözaltına alınmasından ciddi rahatsızlık duymaya devam ettiğini söyledi.
Sözcü Nauert "Keyfi bir şekilde tutuklu olduklarına inandığımız gazetecilerin ve diğerlerinin serbest bırakılmasını istiyoruz" dedi.
Öncelikle şunu belirteyim:
Türkiye'deki davaların hukukiliğini tartışmaya hiç niyetim yok. Yargı bu dönem siyasallaştı evet; ama zaten siyasallaşmadığı hiçbir dönem olmadı ki.
Şimdi Moğultay'ın yargısından, lojmanlarının bahçesine bomba atılarak hizaya getirilen yargıdan, brifingli yargıdan, FETÖ'nün delil üretme uzmanı yargısından söz etmeyelim.
Halihazırda bir AK parti yargısı ve ona destek vererek alan bulmaya çalışan ulusalcı müttefikleri var yargıda.
Ama asıl sorun şu ki, kendisini, kendi yargısını tartıştırmayan Amerika herkesi tartışıyor.
Dış işlerinin hukuki bir konuda yorum yapması bile başlı başına bir fecaat; ama ona bu imkanı veren bizatihi Türkiye'dir.
Siz bırakın Guantanamo'da “keyfi bir şekilde” tutulanları, kendi devlet bankanızın yöneticisi bile tutuklandığında bunun “keyfi bir tutuklama” olduğunu söyleyemezseniz başkaları karşınıza böyle “uyarı” dozunda eleştirilerle çıkar.
Ama en iyisi,
Siz hukuku mütekabiliyete de dış ilişkilere de “bir topluluğa olan kininize” de kurban etmeyin ve adaleti esas alın.
90'lı yılların mazlum Müslümanlarına uygulanan zulme son verin ve Allah'tan af dileyin.
Unutmayın, Amerika tehdit eder; ama Allah hakkın teslim edilmemesini cezalandırır.
AKYOL'UN DERDİ NE?
Taha Akyol da laikçilerden yana taraf alarak nikah konusunda yorumlarda bulunmuş:
“Evvela şunu tespit edelim: İslam'da “dini nikâh” diye bir şey yoktur. İslam'da nikâh, iki şahitle yapılan özel ve sivil bir sözleşmedir.
Nikâh işleminin din adamı tarafından veya dini bir mekânda yapılması da şart değildir.
Hıristiyanlıktaki “kilise nikâhı”nın aksine, İslam'da nikâh töreninin camide yapılması gibi bir şart da yoktur.
Kamu otoritesi, nikâhın hukuki geçerlilik şartlarını toplumsal ihtiyaçlara göre düzenleyebilir.
Bunları Hayrettin Karaman Hoca, “Mukayeseli İslam Hukuku” adlı eserinde yazıyor. (Cilt 1, s. 292-294)
Şu halde nikâhı müftünün kıyması fıkıh bakımından da bir gereklilik değildir.”
Taha Akyol'a şunu sormak istiyoruz:
Senin derdin ne?
Bu uygulamayla “isteyen” nikahını müftülükte kıydırabiliyor, herkes kıydırmak zorunda değil ve sen neden buna itiraz ediyorsun?
Senin laik devletine göre belediye görevlisi memur da müftü ya da imam memur değil mi?
NOBEL OLMASA GUİNESS
CHP milletvekili Gürsel Tekin, “Adalet yürüyüşü”nden dolayı genel başkanları Kemal Kılıçdaroğlu'nun “Nobel ödülü”ne aday gösterildiğini söylemiş.
Doğrusu çok şaşırdım.
Hayır, yani Kılıçdaroğlu'nun “Nobel ödülü” alanlardan bir eksiğinin olduğunu iddia etmiyorum; ama sorun şu ki, Kemal Beyin hangi alanda aday gösterileceğini bilemiyorum.
Neden mi? İzah edeyim.
1901 yılından beri verilen Nobel ödülleri dünyanın en prestijli ödülleri sayılmaktadır.
Ödüllerin verilmesinde siyasi tutumların etkili olduğu yönünde ciddi iddialar vardır. Mesela Fransız edebiyatçı ve aktivist Jean Paul Sartre, kendisine verilmek istenen ödülü siyasi nedenlerle reddetmiş. Bunun yanı sıra Mısırlı Necip Mahfuz'a verilen ödülün aslında Mısır'ın israil yanlısı politikalarına verildiği yönünde çok sayıda görüş belirtilmiş, değerlendirme yapılmıştı.
Bu eleştirilere rağmen ödül alanlar her yerde önemsenir.
Kılıçdaroğlu meselesinde ise şöyle bir problem var:
Nobel Ödülleri Edebiyat, Fizik, Kimya, Tıp, Ekonomi, Barış olmak üzere 6 dalda verilmektedir.
Kılıçdaroğlu'nun edebiyat alanında bir ürününün olduğunu duymadık. Gafları bir araya getirilip edebi formata sokulmuş ve bir eser meydana getirilmişse de bizim haberimiz yok.
Kemal Beyin fiziği yerinde, çark ederek milletin kimyasını bozma konusunda da iyi bir uzmanlığı var ama sanırım bunlar da Nobel'i kazandıracak seviyede değil. Tıp konusu eğer ekonomi ile birleştirilip SSK genel müdürlüğü yaptığı dönemdeki başarılar üzerinde değerlendirilecekse işin rengi değişir. O zaman “en kötüler” Nobel'ine aday gösterilir ki, sanırım çıkacak sonuç 2019 için iyi olmaz.
Barış konusu da şaibeli.
15 Temmuz darbe girişiminde tankların karşısına çıksaydı neyse; ama o dönemin fotoğrafı hiç iyi değil.
“Spor Nobel”i olsaydı 25 günlük yürüyüş için aday gösterilebilirdi; ama o zaman da birileri Kemal Beyin ünlü golcü Lefter'i “kaleci” olarak gösteren “derin futbol” bilgisini gündeme getirirdi ve bu da Nobel jürisini menfi anlamda etkilerdi.
Ama Gürsel Tekin üzülmesin.
Nobel olmazsa Guiness rekorlar kitabı var.
25 günlük yürüyüş olmazsa “çark etme hızı” başlığı altında rekorlar kitabına girmek için başvuru yapılabilir.