Şatafat

M. Emin ÖZMEN

Efendim, İslam dinine ilk girenler arasında mahrum, mağdur ve mustazaf takımından kişiler bulunmakla birlikte; Hz. Ebubekir, Hz. Osman, Abdurrahman b. Avf gibi tüccar/aristokrat şahıslar da mevcuttu.

Yeni din; daha çok ezilenler tarafından rağbet görse de, sadece mazlumlara hitap eden bir anlayışa sahip değildi. Medine yıllarında, açlıktan sokağa çıkan ve yine açlık çeken ashabı ile karşılaşan Peygamberimiz, Ensar’dan birinin evine hep beraber gitmişler ve o şahıs kendilerine bir kuzu pişirip ikram etmiş. Bu da gösteriyor ki; Peygamber ve ashabından bazıları açlık sınırında bulundukları bir zamanda, yine ashabından bir kısmının koyun sürüleri vardı ve maddi durumları iyiydi.

Zaten İslam’ın, sosyalizmdeki gibi bir devlet ekonomisini icra ettiğini veya edeceğini kimse söylemiyor. Ama vahşi kapitalist anlayıştan da farklı bir ekonomik yapısı mevcuttur. Örneğin İslam; serbest piyasa ekonomisini savunmakla birlikte, faizi şiddetle reddetmektedir. Hac gibi bir ibadet için toplananlara dahi ticaret yasağı konulmamakta, hatta alış-veriş teşvik edilmekte ama israf men edilmektedir.

Sosyalist/Komünist uygulamalar, fertlerin kabiliyetlerinin önüne set çekmekte, becerilerinin inkişafını engellemektedir. Zaten bu yüzden olacak ki, uygulandıkları yerlerde büyük oranda arazi sahibi olmalarına rağmen buğday ithal etmekteydiler. Öyle çok uzaklara gitmeye gerek kalmadan; eski Doğu ve Batı Almanya arasındaki gelişmişlik farkı, bizlere durumu özetlemektedir.

Fakat ana omurgasını faiz ve kazanma hırsı olan vahşi kapitalizm, insan onurunu hesaba katmadan; parayı kutsayan, güçlü olanın diğerlerini yuttuğu bir sistem geliştirdiği için İslam’dan fersah fersah uzak bir ekonomik yapı arz etmektedir.

Elbette ki zenginlik kötü bir şey değildir. Nitekim Tebük seferi öncesi Hz. Osman’ın İslam ordusunun önemli bir kısmını teçhiz etmesi, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in mallarının bütününü ve yarısını bağışlamaları önemlidir. Ancak akşamdan sabaha hurma ağacı sulayıp, kazandığı hurmalardan bir avuç kadarını getirip, utana sıkıla Resulullah’a teslim eden Ebu Ukayl’in bağışı, en az yukarıda ismi zikredilenler kadar önemsenmiştir.

Tabi ki İslami sistemde sermayedarlar olacak. Onlar toplumun diğer katmanlarını kalkındıran; zekat, infak, sadaka, fıtır, kurban gibi İslami yardım uygulama teknikleri ile toplumun muhtaçlarını belirli bir ekonomik seviyeye yükseltmede, önemli görevler üstlenen kişiliklerdir.

Fakat bu sermayedarlar ile mahrumlar; mescitte yan yana, omuz omuza dururlar. Yani Allah’ın huzurunda bir tarağın dişleri gibi müsavidirler. Zaten mümin sermayedar bunun bilincinde olarak, varlıklı olmayı bir gurur kaynağı olarak görmez. Bu nedenle mümin erkekler ipek giymez, altın takmaz.

Günümüz sosyal medyası özel hayatımızı deşifre etmiş durumdadır. Herkes yediğini içtiğini, giydiğini sergilemektedir. Psikologlar bu durumu bir ruh hastalığı olarak görmektedirler.

Türkiye’de uygulanan vahşi kapitalist nimetlerden faydalanan mütedeyyinlerin bir kısmı, maalesef selefin asaletini gösterememekte, basit bahanelerle şımarık haller sergilemekte ve yazık ki sosyal medyada yaşadıklarını teşhir etmektedirler.

Nu'mân b. Beşîr’in; "Arzu ettiğiniz yiyecek ve içecekleri bulamadığınızdan mı yakınıyorsu¬nuz? Ben, Peygamberimizin karnını doyur¬mak için hurma bulamadığını gördüm" diyerek, O’nun yaşadığı mütevazılıkle uyuşmayan bu yaşantı tarzı, İslam’a mal edilemez.

İslam; Abdurrahman bin Avf ile Bilal Bin Rebah’ın, sosyal ve ekonomik boyuttaki farklılıklarını aynı potada eriten dinin adıdır. Saraylarda yaşanan İslam veya kasrlardaki mütedeyyinlerin yaptıkları şatafatlı etkinliklerin, bir takım elitlerin yaşam biçimi olduğunu, halk yığınlarınca kabul edilen İslami terbiye ile uyuşmadığını bilmemiz icap ediyor.

Şımarıklıkla karışık şatafat, Müslümanın tavrı değildir, olamaz.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.