TBMM Başkanı…
Hakkını yememek lazım, bir “Kahramanlık” yaptı.
Elbette laikliğe ilk şut çekenlerden değildi, KAHRAMAN.
KAHRAMAN'ı “Kahraman” yapan, tabii ki soyadı değil, mevcut konumuydu!
“Kişisel düşüncesi” miydi, tasarlanmış bir eylem miydi, nabız yoklama mıydı, tartışıladursun.
Sonradan revize edilse de, “Kişisel düşünce” gibi hiç de durmuyordu aslında.
Laikliğin bir anda kaldırılacağını zaten beklemiyorduk. İlk kez üst perdeden tartışılmaya açılmış olması açısından;
“Laiklik bir kere yeni anayasada olmamalıdır” dedi, iyi de etti.
“Dünyada üç anayasada laiklik var. Fransa, İrlanda, bir de Türkiye'de var” dedi, laikçi bezirgânları fena halde panikletti.
“Tarifi de yok. İsteyen, istediği gibi bunu yorumluyor. Böyle bir şey olmamalıdır” dedi, Herakliyus'un etrafındaki şarlatan takımı gibi laik papazlar homurdanmaya başladı.
Hani “insan hakları” diye diye cehenneme doğru yol alan zübük tayfası vardır ya;
Hani “Özgürlük naraları” atan medyatik meddahlar vardır ya;
Hani “Demokrasi özlemi” ile iki de bir Tünel'de bağrışan “Kralın soytarıları” grubu vardır ya;
Hani “Eşitlik/özgürlük” kavramlarını top gibi orta sahada çeviren TOPtancı cins takımı vardır ya;
Hani “Diktatöre karşı” “onur mücadelesini”, Taksim'den Galata'ya kadar “Birdir bir” oynamaktan ibaret sanan bilumum pespaye birleşik cephe vardır ya;
Yedikleri her haltın başına “demokrasi/eşitlik/özgürlük/insan hakları” getiren modern yamyamlar vardır ya;
Hepsi… Tam kadro… Firesiz…
Kimisi asalım dedi,
Kimisi keselim dedi,
Kimisi “sıkıyorsa…” derken,
İşi ağır küfürlere kadar götürenler bile az değildi.
Resmen kudurdular! Hatta öylesine korktular ki…
Meğer bir bütün olarak paranoyakmışlar.
Hani kral geçinirlerdi… Meğer hepsi çıplakmışlar!
İlk defa bir “Kahramanlık” ile yüz yüze kalmakla, aslında çıplak olduklarını da fark ettiler. “Keşiş imparatorluğunun” engizisyonlarına karşı kafalarına her an çivi çakılacak birer Fransız malı olarak hissettiler kendilerini.
Bu kez “Je Suis…” bilmem ne bela demediler ama… Charli Hebdo'da saldırıya uğramış gibi hissettiler kendilerini.
Laikliğin tanımını bilmiyorlar, tanımlamak da istemiyorlar. Ama ne menem bir bela olduğunu tarifsiz özelliğiyle çok iyi biliyorlar. Tarif edince de Budizm tapınağındaki ayinlerden yükselen garip sesler gibi anlaşılmaz hırıltılarla yetiniyorlar. Uygulamasını zaten biliyorsunuz; insan doğrama atölyesini andırır cinsten.
Haa…
Diyeceksiniz ki; iyi de, diğerlerine ne oluyor?!
Hükümet kanadı…
KAHRAMAN'ın yol arkadaşları…
Nemalanan yancı camialar…
Tabelasına kadar minnet altında kıvranan bilumum vakıf/dernek/STK'lar…
İhale görünce kendilerini buffalo kovalayan kovboylar gibi hisseden “eskimiş dindarlar”…
Evet… Haklarını yemeyelim! Bir takım kıprışmalar olmadı değil. Ama alışkanlık ya! Tepeden, en tepeden “yol gösterici” bir işaret beklediler. Ki “Reis yol versin”, gerisi onlara kalsın!
Olmadı bu kez. Reis yol vermedi. Ama hırpalamaktan da kaçındı. “Kişisel düşüncesi” deyip, laik tepkiyi soğutmak istedi.
Sonra mı?
Aman Allahım! Bir filozof çıktı ki…
Öyle bir felsefi derinliğe daldı ki… Öcalan bile bu denli boy ölçüşemez, bu lezzette felsefe salatası yapamazdı!
Sayesinde laiklik, ilk kez kuru kafa ideolojisi olmaktan sıyrılıp bir filozofla tanıştı! Anlayacağınız, laikliğin felsefesini icat etti!
Öyle şeyler dedi ki…
Anlayabilene aşk olsun! Sadece siz, biz değil, laikler bile şaştı kaldı!
Ne mi dedi?
Buyurun çözün!
Laikliğe, “Anayasa hukuku ve siyaset bilimi çerçevesinde bakarım” dedi.
“Din/dindar” kavramını “kişi, kurum, Anayasa” üçgeninde eritirken “Nurtopu gibi” bir laiklik kavramı icat etti.
Öyle parlattı ki laikliği…
Öyle faziletli işlevler bindirdi ki sırtına laikliğin…
Laikçiler ne kadar şaşakaldılar bilemeyiz, herhalde “Elhamdulillah laikiz” dememizi hedefledi!
“Laikliği bir toplumsal hakemlik kurumu” olarak görmekle kalmadı, gördürmek de istedi.
Hatta felsefi derinliğin verdiği avantajla olsa gerek, “Bir toplumsal barış kurumu olarak görüyoruz” demekten bile kendini alamadı!
Sonrası malum… Çorap söküğü gibi geldi.
Hele bir “Reis'ül Vuzera'mız” var ki…
Bi'kızdı… Bi'kızdı… Hiç sormayın!
“Türkiye'nin laik, demokratik… nitelikleri bizim için tartışma konusu değildir” dedi.
Yetmedi… “Özgürlükçü laiklik” tanımı dahi yaptı. Ne demekse artık?!
Anka kuşunun anlattıkları doğruysa şayet…
Kaf dağının ötesi hariç…
Laikliğin Müslümanlar için “özgürlükçü” kılığına bürünebildiği nerede görülmüşse artık?! Parti programına el basarak yemin eder tarzda;
“Anayasada yer alacak” dedi;
“Bu konuda herhangi bir spekülasyon yapılmasını kesinlikle doğru görmüyoruz” diyerek, “Tartışma bizim açımızdan nihayete ermiştir” sözü ile adrese teslim mesajlarını yollamış oldu.
Hangi adrese mi?
Laik cephe, Filozof Ömer'i kazanmakla yetinmedi. Kazanımlarına yeni kazanımlar katmanın mutluluğunu da yaşadı, yaşıyor. “Özgürlükçü laiklik”, laiklerin ceberut kılıfını yırtma arayışlarına öyle bir merhem oldu ki?! Ne CHP/MHP/HDP, ne de KEMAL/OKTAY/AYSEL üçlüsüne artık eyvallah etmelerine gerek kalmadı. Hatta Öcalan'ın bile felsefi derinleşmelere bulaşmasının lüzumu kalmadı.
İsmail KAHRAMAN mı?
Herhalde şunu demek istediler;
“Nereden çıkardın şu tartışmayı be adam!”
Yalnız bırakılsa da… Brütüslerin saldırısına uğrasa da… Hatta sırtından hançerlense de…
Yine de İsmail KAHRAMAN şanslıydı!
Şansını da makamına borçlu!
Dua etsin ki Filozof Ömer ve yandaşları “Meczup” damgası vurmadılar!