Amerika-Türkiye ilişkileri gelgitler içinde bir görüntü veriyor.
Birbirinden çok farklı açıklamaların yapılması kafa karışıklığı mı, “kontrollü gerginlik” stratejisi mi, bazen tam belli olmuyor.
Amerikan başkan yardımcısı Mike Pence’in tehdit içerikli açıklamalarını sanırım Türkiye hariciyesi nereye oturtacağını düşünüyor.
Türkiye'nin Rusya'dan satın alacağı S-400 hava ve füze savunma sistemlerinden bahseden Pence şunları dedi: "NATO müttefikleri Doğu'dan silah alırken, ABD buna seyirci kalamaz."
Her ne kadar bazıları “burada Avrupalılar da kastediliyor” dese de asıl hedefin Türkiye olduğu kesin.
Üstelik ortadaki tabloya rağmen…
NATO müttefiki olan ABD, Türkiye’nin “darbeci” diye nitelediği bir yapılanmaya sahip çıkıyor.
NATO müttefiki olan ABD, Türkiye’nin güvenlik sorunlarını önemsemiyor.
NATO müttefiki olan ABD, ekonomik saldırı yapıyor, vergileri yükseltip ithalatın önünü kesiyor, resmi ve gayri resmi kurumlar aracılığıyla sürekli suçlamalarda bulunuyor.
Ama “Benden başkasından silah alamazsın” diyor.
“Ben her şeyi yaparım, çünkü sizden farklıyım” diye düşünüyor.
Evet, Amerika’da büyük bir topluluk gerçekten de kendilerini “üstün” olarak görüyor.
Bu üstünlük de öyle milliyetçiliğe ya da saçma sapan biyolojik verilere değil, dine dayandırılıyor.
Önümüzde çok sayıda örnek var.
Mesela…
‘Trump'a yakınlığıyla bilinen Fox News tarafından 10-12 Şubat tarihleri arasında 1004 kişiyle telefon üzerinden yapılan ankete göre, seçmenlerin yüzde 25'i Trump'ın 2016 yılındaki seçimi kazanmasını ‘Tanrı'nın isteğine' bağlıyor.’
Hayır, bu zihniyet sıradan halk ile sınırlı değil.
Beyaz Saray Sözcüsü Sarah Sanders katıldığı bir TV programında şöyle demiş:
“Tanrı, Trump'ın başkan olmasını istedi, orada olmasının sebebi budur."
Eğer bu zihniyetin Trump ile sınırlı olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.
11 Eylül sonrası “Haçlı seferleri“ başlatmaktan söz etmişti Amerikan Başkanı Bush. Hiçbir insani ve ahlaki tarafı olmayan, tümüyle yıkım ve imhaya dayanan ve yüzlerce yıl süren bir savaşı günümüze taşıma çabası, siyasi tavırların altındaki asıl muharrik unsuru ortaya koyması açısından önemlidir.
Elimizde başka örnekler de var.
BBC, "İsrail ve Araplar" adı altında bir dizi program hazırlığı yaptığında Filistin Enformasyon Bakanı Nebil Şaat ile yaptığı röportajdan bir alıntı yayınlamıştı. Şaat röportajda, 2003'te Filistin Başbakanı Mahmut Abbas'la birlikte, Bush ile yaptığı ilk görüşmesini anlatmış ve birçok kimseyi şaşırtmıştı.
BBC’den aktarıyoruz:
“Nebil Şaat'a göre, Bush, Haziran 2003'te yani Irak'ın işgalinden dört ay sonra Mısır'ın Şarm eş-Şeyh beldesinde Filistin heyetiyle bir araya geldi. Bush toplantıdaki heyete, Tanrı'nın kendisine yüklediği misyonla hareket ettiğini söyledi: "Tanrı'nın bana verdiği görevle hareket ediyorum. Tanrı bana (George git ve Afganistan'daki teröristlerle savaş!) dedi ve bu emri yerine getirdim. Daha sonra Tanrı bana (George git Irak'taki zorbalığı sona erdir) dedi ve bunu da yerine getirdim."
Cumhuriyetçi başkan adayı John McCain’in yardımcısı Sarah Palin, yeni ortaya çıkan bir videosunda eski kilisesindeki manastır öğrencilerine “Ulusumuzun liderleri askerlerimizi Tanrı’dan gelen bir görevle gönderiyorlar” dedi.
Tüm bu örnekler, Amerika’da çok güçlü bir konumda bulunan “Siyonist Hıristiyanları” ve siyasetlerini iyice irdelememiz gerektiğini ortaya koymaktadır. Kendilerini “Üstün ırk”, “seçilmiş topluluk”, “Tanrının görevlendirdiği kimseler” olarak gören Evangelistlerin yönetimindeki bir Amerika’dan uluslararası siyaset alanında, adalet, hukuk ve insan haklarına riayeti beklemek beyhude bir çabadır.
Bunları göz önünde bulundurduğumuzda sanırım Mike Pence’in sözleri daha bir anlaşılır olmaktadır.