Seçim dönemleri panayır gibidir. Anlaşmalar, birleşmeler, ayrışmalar, kavgalar, sövgüler gırla gider. Sürecin sonunda kazananlar mülteci kampında bir yardım paketi ele geçirmiş çocuk gibi eve mutlu giderken, kazanamayanlar sahada hala bağırıp-çağırıyor olurlar. Değişen bir şey olmaz; birkaç itiraz sonucunda kaybedenler kendilerine başka bir uğraş bulur. Biz partilerin hangi vaziyette seçime gittiklerine bakalım. Bakalım da kimin hangi argümanlarla “geel vatandaş” çektiğini görelim.
AK Parti “hassas bir dönemden geçiyoruz, kenetlenmemiz lazım” diye halkı kendine mecbur etme derdinde. Parti yetkilileri, her lider kişi veya hareket gibi kendilerini vazgeçilmez gibi sunuyor ve bu sunumun başarısı oranında halkın ekserisi de öyle görmeye başlıyor. “Erdoğan olmazsa ülke batar” kanaati oluşturuluyor. Öyle ki adam Cumhurbaşkanı olduğu halde hem parti başkanlığı, hem de nerdeyse başbakanlık yapıyor. Koltuğa başkasını oturtarak araba sürmek gibi bir durum ortaya çıkıyor. Acemi şoför Davutoğlu bir kaza yapmasın diye de iki de bir müdahale ediyor. Neymiş? Sorun anayasadaymış. Ee, o zaman ya anayasayı değiştir; bu belalı anayasadan herkes kurtulsun ya da sen de uy. Bir de başkanlık konusu var ki, neredeyse her şey ona endekslenmiş.
CHP seçmeni artık öğrenilmiş(alışılmış) çaresizlik eseri olarak partilerini ana muhalefet yapmak için çırpınıyor. Samimi bir şekilde sandıktan iktidar çıkacaklarını iddia edeni gördünüz mü? Tabii sezon başında her takımın “hedefimiz şampiyonluk” diye pembe tablo çizmesi gibi değil. HDP'den sanki cidden korkuyorlar. Onun için de ha bire Erdoğan'a atıyorlar. Adeta “Erdoğan'a en iyi biz çakarız, bize oy vermeye devam edin” diyorlar. CHP'liler, bir yandan kendilerine “Cumhuriyetin ilk partisi, Atatürk'ün partisi” diyerek mirasa konuyorlar -ki bu mirasa İş Bankası dâhil- diğer yandan katliamlar, tehcirler dile getirildiğinde “ee, o zaman herkes aynı partideydi, bir suç varsa ortaksınız” diyorlar.
MHP yıllardır bu halka ne verdi? İnsanlar verdikleri oyların karşılığında ne buldu da oy vermeye devam ediyor? Hedef ülkenin bölünmesini engellemekse bu partinin öncelikle ülkenin her bölgesinden oy almayı kafasına takması gerekmez mi? Ama yok; belli başlı yerlerden “az olsun, benim olsun” mantığıyla oy alıyor. Ne iktidar oluyor, ne ana muhalefet. İlginçtir son yılların en yüksek oylarını da Öcalan sayesinde almıştır. Yani Öcalan'ın yakalanması -daha doğrusu paketlenip teslim edilmesi- zamanında… Zaten ırkçılar birbirini besler; biri birisiz yapamaz.
HDP doğuda gerilimden, batıda ise demokrasi rüzgârlarından faydalanıyor. Tüm Kürtlerin kendisine kayıtsız-şartsız destek olmasını Kürt olmanın şartı sayan HDP, markajına önce mahalle baskısı ile başlıyor. Uslanmayıp(!) özgür iradesi ile hareket edecek Kürtler için de “Kara Kuvvetleri” PKK'yi gerek dağ kadroları gerek şehir eşkıyaları ile hazır bekletiyor. “Kürtlerin kendi partisine” tam destek vermemesi halinde alana sürülecek… Kürtlere, “bizi desteklemezseniz; Erdoğan Kürtleri mahveder, toptan batarız” diyorlar. Batıda ise Türkiye partisi propagandası var. “Kazanamazsak olacaklardan sorumlu değiliz” tehdidi eşliğinde herkesten ve her kesimden destek isteniyor. Oysa doğuda yaptıklarını batıdakiler görüyor; batıda söylediklerini ise doğudakiler duyuyor. En azından medya sansürünü delenleri diyelim. Malum; medya karteliyle, paraleliyle şimdi onlara çalışıyor. Hatta hükümet medyası dahi -fazla şımarmasalar- HDP'ye sempatik bakıyor.
Bir de seçime bağımsız, özellikle de “hür” olarak girecekleri konuşalım. Herkes adaylık sürecinde birbirini gözetleyen kurtlar gibi son günü bekleşirken HÜDA PAR seçimde bağımsız adayları destekleyeceğini açıkladı. Adı açıklanmayanların başka partilere kayacağından korkmadan, son dakikaya kadar gelebilecek ittifaklara umut bağlamadan. Bu adaylar; ağalığından, zenginliğinden ve ya eski siyasi birikiminden destek alan adaylar değil; bizzat halka dayanan, halktan kişiler. Bu açıdan hür adaylar seçildiğinde “halkın kendi kendini yönettiği” bir durumu yaşayabileceğiz. Görelim Mevlam neyler… diyelim. Daha çok gürültü olacak nasıl olsa…