Seçime sayılı günler kaldı. Partiler ve adaylar arasındaki yarış gün geçtikçe kızışıyor. Yalanlar, dolanlar, vaatler, kirli çamaşırlar, havada uçuşuyor….
Neredeyse bütün partiler kendi doğrularından değil; rakibinin yanlışından besleniyor. Herkes bir diğerinin yanlışından kendisine pay çıkarma peşinde. 7 Haziran seçimlerine odaklanan siyasi dilde küresel kapitalist hegemonyasına muhalefete rastlamak mümkün olmadığı gibi ülke içinde yeni bir proje veya sistem muhalifliğine de rastlamak mümkün değildir.
Öte yandan dünyadaki güç dengelerinin hassas olduğu bu dönemde en azından Ortadoğu'daki hassas bir değişkenlik üzerinde hareket eden güç dengelerine ilişkin hiçbir şeyin olmaması da bu siyasi dilin zayıf olmasının ötesinde, seçmenlerin getirildiği noktayı göstermesi açısından ibret vericidir. Seçim atmosferinin siyaset dili, HDP'nin hiçbir yetkinlik içermeyen miadı dolan ve bu sebeple de terkedilen ulus devleti siyasetine odaklanmış bulunmaktadır.
Seçime bağımsız adaylar hariç 20'den fazla siyasi parti girse de esasında seçim yarışı AKP/Erdoğan ve HDP arasında geçiyor.
Bir yandan 13 yıllık iktidar, saltanat ve kazanımları bırakmak istemeyen ve Erdoğan kişiliğiyle tek adam partisine dönüşen AKP; diğer yandan dışarda ve içerde güç odaklarında şekillenip pâklatılıp piyasaya servis edilen ve AKP'yi frenlemek dışında siyasi vizyonu olmayan HDP!
AKP iktidarı dönemi boyunca iki partinin de siyaseten aralarında ciddi anlamda farklılıkların olmadığı ve birbirlerini beslediklerini görebiliriz. Salt bu seçim sürecinde her iki partinin ilişkisine bakılarak bir değerlendirme yapmak doğru değildir. AKP iktidarı dönemi boyunca her iki partinin ilişkisi yorumlandığında doğru bir sonuç elde edilecek olup her iki partinin birbirlerini besledikleri görülür.
HDP'nin kuruluşundaki MİT ve AKP'nin rolü, çözüm sürecindeki partnerlikler, Dolmabahçe görüşmeleri, Akdoğan, Atalay, Öcalan ve Demirtaş'ın başkanlık ve özerklik konusundaki ve de birbirleri hakkındaki geçmişteki beyanları, tarafların isteklerinin ancak birinin diğeriyle mümkün olabileceği her iki partiden birinin diğerine muhtaç olduğunu göstermektedir.
Özerklik ve Başkanlık sistemi paradoksunda gelişen “al gülüm; ver gülüm ilişkisi” iki partinin de birbirine muhtaç olduğunu gösteriyor.
İki taraf da başkanlık sistemine hayır demiyor. Demirtaş'ın popüler çıkışı ‘'seni başkan yaptırmayacağız'' sözü seçim arifesinde salt bir siyasi blöftür. Özerklik ya da Öcalan'a özgürlük talebinin kabulü karşısında her hâlükârda HDP seve seve Erdoğan'ın Başkanlık talebine olumlu yaklaşacağı izahtan varestedir.
Nitekim seçim arifesinden önce HDP yetkilileri ve Öcalan: ‘'ABD tipi başkanlık sistemini destekleriz'' diyorlardı.
Bu çıkar ilişkisinin HDP'nin barajı aşması halinde 8 Haziran'da ve sonrasında da devam edeceği şüphesizdir. Zira Erdoğan'ın Başkanlık sistemini kapsayacak şekilde anayasa değişikliği için HDP'nin desteğine ihtiyacı olacağı gibi HDP'nin de yerelde özerkliğin bu yeni anayasa ile güvence altına alınmasına olumlu yaklaşacağı da bilinen bir gerçektir.
HDP, barajın altında kalması halinde “özerklik” ilan edecek ve kendi meclisini kuracaktır. Böylelikle iç ve dış dinamik ve güç odaklarının yardım ve desteğiyle AKP'yi masaya oturtmayı isteyeceklerdir.
Özetle HDP, barajı aşması halinde AKP ile uzlaşarak, barajın altında kalması halinde de silahla özerklik yoluna gidecek.
Seçmenin iyi düşünüp kararını öyle vermesi lazım…