Adaylar belirlenince sıcak ve yoğun bir dönem de başlamış oldu.
Şimdi yeni bir süreç başlayacak.
Adına “seçim süreci” diyorlar, ama öyle mi?
Lazım olunca kullanılmak üzere kenara konmuş olan dosyalar raftan inecek, derin yerlerden uzanan eller birilerinin eline bilgi notları tutuşturacak, görüntüler ve ses kayıtları servis edilecek, yumruklar sıkılacak, öfke patlamaları yaşanacak…
Maalesef bu hep böyle oluyor.
Evet, adaylar belirlendi.
Solcular; sağcı adaylarla, sağcılar; solcu adaylarla, iki taraf da liberallerle aynı listelere girerek “merkez”de olduğunu kanıtlamaya çalışıyor.
İlke ve ideolojileri ile daha ileriye devam edemeyenlerin, tıkananların bunu aşmak için yer, zaman ve ortama göre bir dil geliştirmelerinin ise artık kimse tarafından yadırganmadığı ve bunun siyasetin bir gereği olarak düşünüldüğü biliniyor.
Siyasiler algılar üzerinden tavır belirliyor ve o algıları besleyen medya organları görevlerini layıkıyla yerine getiriyorlar.
Kulaklar duymak istenenleri haz ile kaparken başka her şeye kapalı oluyor.
Önyargı saltanatı altın günlerini yaşıyor olmalı.
Şairin dediğine kulak verelim:
“İnsanlar,
Hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır
O ferah ve delişmen birçok alınlarda,
Betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır”
“BAŞKANLIK SİSTEMİ”NE KARŞIYMIŞ!
Seçimlere girilirken herkes adaylara dikkat ediyor, onlar üzerinden yorumlar yapıyor.
Seçim sonuçlarıyla ilgili tahmin yapanlar da daha çok Ak Parti ve HDP'ye odaklanmış durumda.
Ak Parti'nin “Yeni Türkiye” söylemiyle seçimlere hazırlandığı ve hedefinde Anayasayı değiştirecek ve “Başkanlık Sistemi”ne imkân sağlayacak bir vekil sayısına ulaşmak olduğu herkes tarafından biliniyor.
HDP'nin de % 10 barajını dert edinmeyenler arasına katılıp asli aktörlerden olma hedefinde olduğu gözden kaçmıyor.
Böylece iki partinin çözüm süreci dışında da karşı karşıya geldiğini biliyoruz.
HDP barajı aşamazsa (ki barajı aşması çok zor) Ak Parti istediği sayıyı yakalayabilir. Barajı aşarsa yeni anayasa da başkanlık hayali de suya düşer.
Türkiye'nin iç siyasetini çok iyi okuyan Avrupalı siyasetçilerin Ak Partiden rahatsız olduğu ve bu yüzden de HDP'nin parti olarak girmesini istemediği biliniyor.
Buna rağmen HDP'yi parti olarak seçime girmeye kimin teşvik ettiği tartışılıyor.
Muhalefet partileri ve özellikle CHP, bunun danışıklı bir dövüş olduğunu, Erdoğan'ın önünü açmak için planlandığını iddia ediyor.
HDP itiraz ediyor.
HDP içindeki “Amerika adamı” olduğu iddia edilen Demirtaş, buna şiddetle itiraz ediyor ve “HDP olduğu müddetçe Tayyip Erdoğan başkan olamayacak” diyor.
Demirtaş-Öcalan arasında bir çekişme olduğu söylenince de Demirtaş “Öcalan da başkanlık sistemini istemiyor” diyor.
Şimdi bazıları “Ne var bunda, adam pozisyonunu net olarak söylemiş” diyebilir; ama o zaman da ben açıklamalardaki boşlukları fark edemedikleri için şaşırırım.
Ne diyor Demirtaş: “HDP olduğu müddetçe Tayyip Erdoğan başkan olamayacak.”
Bu sözler şöyle de okunabilir: “HDP baraja takılıp mecliste olamayacağı için Erdoğan başkan olacak!”
Bir de ikinci cümleye bakın: “Öcalan da başkanlık sistemini istemiyor”.
Öcalan “Benden başka başkan olamaz!” demek istiyor olabilir mi?
Öyle ya “Örgütün Başkanı” olan Öcalan, bırakın itiraz etmeyi, itiraz etme potansiyeline sahip olarak düşündüğü kişileri bile infaz ettirmiş son derece demokratik ve hoşgörülü biridir.
Çok başlı bir devlet karşısında “Tek başkan” olarak sürdürdüğü pozisyonu “Başkan” seçilecek bir Erdoğan tarafından ortadan kaldırılabilir.
Öcalan'ın bundan memnun olmaması gayet doğaldır.