2019 seçimleri yaklaştıkça tüm partilerde bir heyecan başını almış gidiyor. Elbette bu heyecanı artıran nedenlerin başında “ittifak yasası” ve ona bağlı olan gelişmeler geliyor. Öyle ki partiler bu yasa yüzünden birbirleriyle olan siyasi ve sosyal ilişkilerinde bile kutuplaşmaya başlamışlar.
Her ne kadar Türkiye'deki siyasi partilerin ilişkileri sürekli sertlik ve polemik üzerine kurulu olsa da bu seviyeyi gittikçe artırıyor, dozajı düşürmüyorlar. Baksanıza hafta içinde yaptıkları basın açıklamaları veya verdikleri demeçler, konuşmalar yetmiyormuş gibi Salı günleri Mecliste yaptıkları grup toplantılarını adeta dört gözle bekliyorlar. Sözde gruplarına konuşan başta Cumhurbaşkanı olmak üzere Kılıçdaroğlu ve diğer parti başkanlarının örnek(!) hitapları herkesin malumu. Siyasette galiba en iyi savunma saldırı olmuş. Çıtayı hep yüksek tutan bu anlayış ne zaman sorgulanacak veya nasıl bir getirisi olacak demeyelim. Anlaşılan faydası var ki siyasilerimiz bu konuda hep ilerici(!) oluyorlar. Dilimizin söylemeye varmadığı yeni yeni hakaretler üretiyorlar.
Neyse, biz seçimlerden bahsediyorduk. Parlamenter sistemin Başkanlık sistemine dönüşümünü muhalefet bir türlü kabul etmek istemese de bu aşamadan sonra Sayın Kılıçdaroğlu'nun artık seçim odaklı faaliyetlerde bulunması elzem oldu galiba. Sayın Erdoğan ise il Kongreleri adı altında partisinin seçimlere hazırlanması için yenilenen bir kadro oluşturmaya çalışıyor gibi görünse de aslında resmen seçim çalışmaları yapıyor. Daha seçime bir yıl var, gün ola harman ola anlayışını düşünmediğinden ipi erken göğüslemiş görünüyor.
Tabi akla her zaman olduğu gibi seçim odaklı çalışmalarda partisinden sadece o çalışıyor izlemini görüyoruz demek yanlış olmasa gerek. Hani bir ara FETÖ ile sadece kendisinin mücadele ettiği gerçeği söyleniyordu ya, aynen o gayret ve hamiyetle tek başına çalışıyor. Üzüntü verici olan gerçek ise AK parti gibi bir partinin tabanının olmaması… Yani kadrolarının çekirdekten yetişen bir taban olmaktan çok Saadet, MHP ve diğer muhafazakâr/mütedeyyin kesimlerden meydana gelmesi.
Hal böyle olunca Sayın Erdoğan'ın bozkurt işareti yapması, Saadet'le görüşmesi bir göz kırpma olarak algılanıyor yahut bir arayış içinde olduğuna yoruluyor. Bir bakıma haklılar… Bu haklılık ifrat ve tefrit arasında gidip gelmekten öte, henüz rayına oturmamış ama gittikçe MHP anlayış ve algısına paralel büyümektedir.
Siyasi hayatı boyunca hep risk alıp yola devam eden Sayın Erdoğan, bu seçimlerde Doğu ve Güneydoğu deyip de alanı daraltmadan tüm bölgelerde mütedeyyin olan kesimleri geçin her kesimden vatandaşların halet-i ruhiyelerinin farkında mı acaba?
Halkın içinde olup sürekli değişik simalarla muhatap olan kimselerle görüşmüş mü?
Etrafındaki danışman sürüsünü aşıp da kendi gözleriyle veya mevki ve makam sahibi olmayanların gözüyle gelişmelere vakıf mı?
Gittikçe artan ve aleyhine kartopu gibi büyüyen hatta seçmeninde dahi gizliden gizliye seviye artıran öfke selinin farkında mı?
Birçok sıkıntının halka yansıyan şeklinden haberi olduğuna dair herkesin şüphesi varken çevresindeki dalkavukların etten bir duvar örerek onu yalnızlaştırdıklarının dışarıdakiler farkında olsa da o görmüyor gibi.
Evet, ittifaklar ve muhalefetin tavrı onu ümitlendiriyor olabilir. Şaşalı İl Kongreleri, tezahüratlar ve meydanlar/salonlar göze güzel gelebilir.
Ona yakışan bunlara aldanması değil, ihmal ettiğini düşünmediği insanlar ve kesimlerin hakları veya mazlumiyetlerini kulak ardı etmemesidir.
FETÖ, hakim savcı ve polisleriyle cezaevinde; ama mağdur ettikleri de içerde. Hasta olsalar bile çıkamıyorlar. Sezer, 300'e yakın DHKP-C üyesini hastalık göstergesiyle makamının hakkı olan tutumla bıraktı da kim ne dedi?
Öyle ki Şeyhmus Alpsoy kanser, babası da yaşlı olduğundan ikisi de bakıma muhtaçlar.
Sayın Erdoğan cesaretli hatta Kasımpaşalı olarak biliniyor. Acaba cezaevinde 20-25 yılını doldurmuş olan bu mazlum Yusufiler için seçim yatırımı olarak mı susuyor da sessiz kalıyor?
Yüz yüze görüşmek nasip olsaydı da soruverseydim.
Korkmak kitabında olmasa gerek.
Oy kaybetmek değil gönül kazanmak en büyük seçim yatırımıdır.