Arapçadan gelen biat kelimesinin anlamı alışveriş yapmaktır. Bu kelimenin idareci seçiminde de kullanılması, üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur.
Evet, seçmek biat etmektir. Biat ise, bir tür alışveriştir; bir şeyi, bir hizmeti karşılıklı rıza ile satın almaktır. Yalnız bu alış veriş akdin yapıldığı o an ile ve o yerde hemen bitmiyor, bunun hem bir süresi ve hem de süresinden de daha önemli olan, verilen vaatlerin yerine getirilmesinin şartları var. Bu şartları yerine getirmeyen taraf bu alışverişte haksız duruma düşer. Ve yalancı, sahtekâr, hırsız, zalim ve benzeri olumsuz sıfatlarla tanımlanır.
Bazı kesimlerin biat kelimesinin anlamını daraltmaları ve özellikle kimi zaman siyasi, kimi zaman dini ve kimi zaman da her ikisi üzerinden rakiplerini ve-veya hasımlarını biat kavramı üzerinden suçlamaları yersizdir. Çünkü kendilerinin yaptığı da biatten başka bir şey değildir.
Biat, her ne kadar zamanla biz Müslümanların hayatında ve dini-siyasi kültürümüzde halifelik, emirlik ve imamet ile anılır ve bunlarla bilinir hale gelmiş olsa da, günlük hayatta bu kavramın anlamı iki taraf arasında yapılan alışveriştir.
Biatin bizzat kendisi alışveriş olduğu için, her alışverişi birer biat görmekte de bir sakınca yoktur. Örneğin, dini biat, siyasi biat, sendikal biat, kültürel biat vd. şeklinde çoğaltmak mümkün. Anlayacağınız, Erdoğan'ı seçen de biat etmiş oluyor, Demirtaş'ı, İnce'yi Karamollaoğlu'nu ve Akşener'i ve hatta Perinçek'i seçen de…
İslam Ansiklopedisi'nde (TDV) biat kavramı şöyle açıklanıyor:
“İslâm devletinde idare edenle idare edilenler arasında yapılan, seçim veya bağlılık karakteri taşıyan sosyopolitik akit. Türkçe'de biat şeklinde kullanılan kelimenin Arapça aslı bey‘attır. Bey‘at “satmak; satın almak” manasındaki bey‘ mastarına bağlı olarak “yöneticilik tevdi etmek, birinin yöneticiliğini benimsemek” anlamında kullanılmıştır. Sosyopolitik bir akit olarak ise devlet başkanını seçme, belirleme ve İslâm hukuku çerçevesinde ona bağlılık gösterme anlamına gelmektedir.”
Bu alışverişi; herhangi bir hizmeti satma ve satın alma eylemini hayatın her alanına yayabiliriz. Örneğin, bir sendikaya veya bir derneğe yahut bir şirkete yönetici seçmek de bir çeşit biattır.
Gelelim siyasi seçimlere…
İdarecilerin nasıl seçileceği veya hangi yolla iktidara gelen-getirilen kişinin iktidarının meşru olduğu yönündeki tartışmalar biz Müslümanların tarihinde önemli bir yer tutar. Bu tartışmalar fıkhın da konusu olmuştur. Hz. Muhammed'in (sav) vefatından sonra gelen ilk dört halifenin seçilme yöntemleri bile birbirinden ayrıdır. Âlimler biat konusunu çok önemsemişler, ama her nedense Müslüman bireylerin biatini pasif bir şekilde kullandırmışlardır. Hilafet makamını işgal eden Muaviye ile birlikte ise, saltanat devri başlamıştır. Meşru yollarla ve hak ederek Müslümanların halifeliğini (emirliğini, sultanlığını, başkanlığını) üstlenenlerin ilk işleri ise Müslümanların biatlarını almak olmuştur. Çünkü biatı meşruiyetlerinin kaynağı ve esası olarak görmüşlerdir.
Günümüzde ise birçok ülkede idareciler bireylerin tercihleriyle seçiliyor. Gerçi bireylerin iradelerini tercihlerine ne kadar yansıtabildikleri ve konulan baraj, yasak ve benzeri engeller nedeniyle herkesin idarecileri seçmede veya alternatif sunmada aynı hak ve avantajlara sahip olup olmadıkları da bir soru ve sorun olarak duruyor. Diğer bir sorun da adına demokrasi dediğimiz yöntemin İslami mi, gayri İslami mi olduğu tartışmaları ve bu nedenle bazı Müslümanların kendilerini sistemin dışına çıkarmaları.
Rejimi ne olursa olsun, yaşadığımız ülkede siyasetten uzak durmamızın bize yararından çok zararının olduğunu düşünüyorum. İlkeli olmak şartı ile siyasal sistemde aktif olmamız gerektiğine inanıyorum. Bir yerde eğer gücümüz yetiyorsa, idarecimizin de (ululemr) bizden olmasını sağlamak. Eğer buna gücümüz yetmiyorsa, adaylardan veya partilerden hangisini seçtiğimiz takdirde, bize daha yararlı olacağının hesaplarını yapmalıyız. Örneğin, Avrupa'daki yabancıların ve aynı zamanda Müslümanların da çoğu genelde sosyalist –sosyal demokrat partileri tercih ederler. Müslümanların bu tercihlerini o partilerin her politikasını onayladıkları şeklinde almak onlara haksızlık olur. Aynı durum Türkiye ve Türkiye'deki siyasi partiler için de geçerlidir. Türkiye'nin de rejimi tıpkı gayri İslamidir ve mevcut partiler de bu rejimin birer partisidir. Tabii ki, nasıl ki, Türkiye'de yaşayan herkesi bu rejime inananlar olarak görmüyorsak ve görmememiz gerekiyorsa, siyasi partileri de bu rejimin partileri olarak görmemek gerekir. Hatta bazı partilerin nihai hedefinde rejimin bütününü değiştirmek dahi olabilir.
Pazar günü önümüzde bir seçim var. Birden fazla lider ve birden fazla parti bizimle bir alışveriş yapmak istiyorlar, yani bizden biat istiyorlar. Yani anlayacağınız, biat sadece Müslümanlara özgü bir yöntem değil, bütün diğer din ve düşüncelerdeki insanların de idarecilerini seçerken başvurdukları bir yöntemdir. Nasıl ki, her liderin ve her partinin düşünceleri, amaçları ve vaatleri birbirinden ayrı ise, seçmenlerinki de öyle. Öyleyse, her iki taraf da bu alışverişte, kârını-kazancını düşünecek, hem de en yükseğinden. Burada en fazla dikkat etmesi gereken taraf seçmendir. Seçmen kim ile neyi kazanacağını hesaplayacak ve mührünü vuracak.
Bendeniz Türkiye vatandaşı olmadığım için, seçmen de değilim. Ama eğer seçmen olsaydım, benim ülkeme müdahale edenlerin, içişlerime karışanların kimi istemedikleri benim için önemli ölçülerden biri olurdu. Bu durumda Sayın Erdoğan açık ara önde görünüyor. Çünkü emperyalist ülkelerden hiçbiri onu istemiyor. Burada şu soruyu kendime sorardım; bu ülkeler ülkemin her yönü ile daha bir gelişmesini istedikleri için mi, yoksa istemedikleri için mi böyle davranıyorlar? Hemen belirteyim, Erdoğan'ı seçmem de bütün düşüncelerini paylaştığım anlamında alınmamalıdır.
Partilere bakışta da ölçülerim ve ilkelerim var. Örneğin, hangi parti programı inancımı paylaşmasa bile, en azından inancımı tanıma erdemi göstermektedir? Ve bir de tabii ki adayların ehliyet ve liyakati. Örneğin, AK Parti'nin cumhurbaşkanı adayı ile milletvekili adayları karşılaştırıldıklarında, milletvekillerinin birçoğunun en önemli özellikleri liyakat ve ehliyetleri değil, AK Parti'den gösteriliyor olmalarıdır. Başkaları böyle görmüyor olabilir, ama benim gördüğüm bu. Siyasi partileri tüzük, program ve adaylarıyla değerlendirdiğimde ise, HÜDA PAR öne çıkmaktadır. HÜDA PAR'ı seçiyor olmam da onun her şeyini kabul ettiğim şeklinde anlaşılmamalı. Yukarıda da dediğim gibi, bu bir alışveriştir. Kârımızı gözetmek durumundayız. Hele hele bir de Müslümansak, bir kat daha dikkatli olmalıyız, çünkü dünyalık kârımızın ahirette bize ayak bağı olma tehlikesi de her zaman var.
Bu alışveriş türünde, bu biatte unutmamamız gereken diğer bir husus da, seçmen olarak bu alışveriş akdini tek taraflı olarak bozma hakkımızın her zaman olduğunu bilmemiz ve bu bilinçte olduğumuzu seçtiklerimize de deklare ettirmemizdir.
Son olarak, başkalarının dinine, düşüncesine ve siyasi tercihlerine karşı olmak ne kadar bir hak ise, onların dinlerine, düşüncelerine ve tercihlerine saygı duymanın da bir yükümlülük olduğunu unutmamak dileği ve seçimlerin Türkiye'nin yararına olması duasıyla…