Siyasi partilerin, toplumu bildiği ve inandığı değerler çerçevesinde değiştirip dönüştürmek gibi çok önemli bir hedef ve görevi vardır.
Prensip ve ilkelerini anlatır. Bu prensip ve ilkeler etrafında kenetlenmeyi sağlar. Diğerlerinin yanlışını söyler ve görünür kılar. Haksızlıkları ve zulmü ortaya koyar ve karşı çıkar. Bir yönetim ve toplum modelini hedefler. Mevcuda razı değildir.
Yani kurulu düzene itirazı olanın bu itirazını hayata geçirebildiği önemli bir araçtır siyaset kurumu. Önce insanı kazanır, sonra seçimi kazanır. Toplumun önemli düşünce, dönüşüm dinamiğidir siyaset kurumu.
Ancak özellikle son yıllarda çıkarcı/öportünist bakış her şeyi birbirine karıştırmıştır. Neredeyse her parti “karmakarışık” bir karışım halini almıştır.
Bu seçimde;
Ak Parti dindarlığının yanında milliyetçilerden daha milliyetçi, Kemalistlerden daha Kemalist, liberallerden daha liberal, laiklerden daha laik bir söylem/eylem paradoksuna girdi. “Pirinç” aklını başından almış. Kaybettiği “evdeki bulgur” umurunda değil. Seçmeni hiçe sayan tamamen seçimi kazanmaya dönük bir başkalaşım…
Seçimlerde “Allah” diyeni din istismarı ile suçlayan CHP, adaylarına bu seçimde tecvitli Kuran okutarak büyük bir “din istismarına” imza attı. Daha önce İran’a gönderdiği başörtülüleri ve İmam Hatiplileri güvencesi altına alan söylemler geliştirdi. Yani dayandığı Kemalist felsefeyi alt üst etti.
MHP’nin milliyetçilik kalibresini düşük bulduğu için MHP’den ayrılan İYİ Parti, “ayrılıkçı/bölücü” diye baş düşman ilan ettiği HDP ile ittifak etti. Bu ilkesizliği izah edebilen varsa beri gelsin.
Hakeza Ak Parti’yi MHP ile ittifakından ötürü seçmenine “faşizimle işbirliği” diye kötüleyen HDP, MHP’nin de “faşizmini” yetersiz bulan İYİ Parti ile ittifak etmenin sözüm ona acı gerekçesini cezaevindeki Selahattin’e yazdırarak büyük bir faşizme imza atmaktan imtina etmedi. Seçim kazanmak veya en büyük rakibine kaybettirmek her türlü değerin üstünde gören utanç verici bir anlayıştır. Ak Parti’nin MHP ile ittifakının hem sosyolojik hem de ideolojik bir akrabalığını yakalamak mümkün iken, HDP-CHP-İYİ Parti ittifakını aklın bir yerine oturtmak akılla alay olur ancak.
Yani bütün partilerde büyük bir ilkesizlik ve benzeşme meydana gelmiştir. Herkesim için “bizi biz yapan değerler” erozyona uğramıştır. İlk önce “biz öteki gibi yaşayabilir, bizim taraf gibi düşünebiliriz”i kabul ettik. Şimdi “biz öteki gibi yaşayabilir, biraz da onun gibi düşünebiliriz”e geldik. Son bir adım kaldı; “çizginin öbür tarafına geçmek”. O da an meselesi.
Elbette ki toplumun “sağlam damarları” halen çokça vardır ve söküp atamıyorlar. Ancak bunlar, sadece “yüreğin atar damarından beslenen” ana damarlarımıza siyasi operasyonlar ile ek kanallar açarak, bağırsaklara, mideye, böbreğe bağlıyorlar. Böylelikle “yürekten gelen temiz kana” bağırsak, mide ve böbrekten gelen kirler karışıyor ve bir “zehirli karışım” meydana geliyor.
Gayretkeş İrfâni kanallarımızın yollarına da çeşitli saiklerle taş konuyor. İrfan Mekteplerimiz de sadece kirlenmiş siyaset kurumuna mahkum ediliyor.
Bütün bunlar içtimai hayatımıza riyâkarlık, yalakalık, hırsızlık, namussuzluk, ihanet ve rüşvet olarak yansıyor.
Seçmene, “her şeyden biraz olabilirsin” anlayışı aşılanıyor. Sabah dükkanını besmele ile açan, öğlen katıldığı yürüyüşte Türk ise bozkurt işareti yapan, kürd ise zafer işareti yapan, ikindide bankaya faiz borcunu ödemeye giden, akşam birkaç arkadaşıyla birkaç kadeh içmekte beis görmeyen, yatsı da yarı çıplak haldeki ailesiyle kuzeninin düğününe katılıp topluca çılgınlar gibi eğlenen, eve gelip sızdıktan sonra rüyasında “şeriat kabusu” gören, teheccütte evine giren hırsızla uyanıp kovalarken kendisini korumayan devlete ve bozulan topluma verip veriştiren bir vatandaş tipi üretti son zamanlarda siyaset kurumu.
Seçmene değil seçi(l)me yapılan yatırımın bizi getireceği yer burası olsa gerek.