Kapitalizm, daha çok tüketme mantığı üzerine kurulmuştur. İnsanların daha çok tüketmesi için de ikincil, üçüncül ve çerez ihtiyaçları teknoloji gücüyle, reklamla birincil hale getirmiş ve insanların mal/eşya alımı noktasında daha istekli olması için de günlere sahip çıkmış ve günleri ‘Sevgililer günü, Anneler günü…' gibi isimlerle tüketim çılgınlığına endekslemiştir.
Zaman, insan hayatının doğum ve ölüm arasındaki ömür akışıdır. Zamana sahip çıkan, zamanı değerlendiren güçlenmiş ve sözü dinlenir hale gelmiştir, Zamana sahip çıkmayan, zamanını değerlendirmeyen ve zamanın bir parçası olan güne kendi değer ölçüsüyle anlam yüklemeyenler ise doğru ve haklı da olsa zayıflamış ve boyunduruk altına girmiştir.
Üç aylar, haram aylar, Cuma günü, Kadir gecesi… ‘Zaman, gün ve aylarla' ilgili ayet ve hadislerden şunu öğreniyoruz ki, Müslüman'ın hayatında zamana bağlı bir amel, eylem ve ibadet ölçüsü olmalıdır.
İslami bir bilinçle gün ve aylara bizim sahip çıkmamız daha önemlidir. Son yirmi yılda İslam dünyasında özellikle coğrafyamızda ‘Peygamber Sevdalılarının' böyle bir çabası var. Şubat ayının ‘Şehadet'le, Mart/Nisan ayının ‘Kutlu Doğum'la, Muharrem'in ‘Hicret ve Kerbela'yla, Kasım ayının ‘Sahabeler'le özdeşleştirilmesi ve bu bağlamda bu kavram ve değerlere dönük faaliyet ve etkinliklerin yapılması güzeldir. Bu güzelliğin hakkıyla sergilenmesi küresel şeytani aklın tüketim ve şehvete endekslediği günlerimizin onlardan alınıp asıl işlevine kavuşmasını sağlayacaktır.
Şubat ayı, yıllardır şehadet ayı olarak bilinir ve bu ay gelince ‘şehadet, şehitlik, şehitler ve şahitlik' konuları çeşitli etkinlik, sohbet ve programlarda ele alınır. Böylece İslam'ın fetih ruhunun bir yansıması olan Allah için adanma yani şehadet bilincinin Müslüman gönüllerde yeşermesi ve pekişmesi amaçlanır. Şubat ayını kendisiyle doldurduğumuz şehadet kavramın sadece dile ve kaleme yansıyıp süslenmesi yetmez. Bu kavramın pratik ve ameli boyutunun da birey ve topluluk düzeyinde belirmesi lazımdır.
Şehadet, Peygamberlerin dahi imrendiği bir makamdır. Şehadet, her zaman muvahhid Müslümanların gönlünde, dualarında ve amellerinde büyük bir arzu olarak yücelmiştir. Bu uğurda eş, çocuk, makam ve memleket terk edilmiş. Cihadın olduğu her mekânda şehadete aşkla, şevkle koşulmuştur. Şehid kanlarıyla sulanan ve ezan sesiyle yankılanan bir toprağın kıyamete kadar İslam yurdu kabul edilmesi de şehadetin işlevselliğindendir. Kendisi de aynı zamanda bir şehid olan Mustafa Çamran'ın deyimiyle ‘Şehadet, İslami hareketin motor gücüdür.'
Şehadet bizi, bilinç açısından motive eder; ameli açıdan enerjik kılar, insi ve cinni şeytanların zulüm, fitne ve fesatlarına karşı harekete geçirir, kardeşlik ve vahdetin tesisi için fedakâr kılar.
Şehadet, bir bilinç olduğu gibi bir şahitliktir.
Hakkı yaşama, imanı ortaya koyma, adaletten yana olma, günah ve zulümden yüz çevirme, takva ve ihlasa sarılma şahitliğidir.
Şehadeti sadece düşmanla savaşıp vurulma olarak görmek yanlıştır. Uhud savaşında Müslümanların safında vuruştuğu halde şehid değil cehennemlik olan Kuzman'ı iyi düşünmek lazım. Cihadı kimlere karşı verdiğini bilmek lazım. Müslümanları tekfir kolaycılığına kaçıp onların kanını ve malını kendilerine helal sayanların da ‘eliyle ve diliyle emin olma' vasfını yitirdiklerini bilelim.
“Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun…” (Bakara: 143)
“İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah'ı şahid getirir; oysa o azılı bir düşmandır.” (Bakara Suresi, 204)
“Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri Biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah'ın iman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şahidler (veya şehidler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez” (Al-i İmran Suresi, 140)
Ayetlerini bir kez de bu bağlamda tekrar okuyalım ve şahitliğimizin şehadetle neticelenmesini isteyelim.