3 Mart günü Selâhaddîn-i Eyyûbî Hazretlerinin 820. vefat yıldönümüydü. Aradan geçen bunca asra rağmen, İslam ümmeti onu unutmadı, onu ittifak hâlinde hep rahmetle andı.
Hicrî 4/Milâdi 9. Yüzyılda Müslümanların düşünsel bunalımı, siyasi bir bunalıma dönüşmüştü. Abbasî sarayının duyarsızlığı içinde güçlenen İsmailîlik, Karamatî kolu ile Arap yarımadasının doğu ve güneyini İslam alemi için musibetler odağı hâline getirirken, Kuzey Afrika'da Fatımîler adı altında devletleşip Mısır'ı ele geçirerek İslam aleminin doğusu ile batısı arasındaki bağı koparmıştı.
Miladî 11. Yüzyılda Bizans İmparatorluğu, İsmailî musibetle meşgul olan Müslümanlar karşısında üstünlük elde etmiş, Halep civarına kadar inmişti. Fatımî Devleti, Bizans'la işbirliği yaptı. Bizans, İslam alemini kuzeyden sıkıştırırken Fatımiler, batıdan sıkıştırdı. Bizans bir şekilde Anadolu'ya çekilmek durumunda kalırken Arap yarımadasının batı kesimi Fatımilerin eline geçti. Nihayetinde o yüzyılın sonunda Bizans-Avrupa Hıristiyan ittifakının eseri olan Haçlı orduları Fatımilerin etkisi altına aldıkları Akdeniz sahil şeridinden yine Fatımilerin elinde olan Kudüs'e ulaştı. İhtilaf konusunda iştiyaklı ve vicdansız olan Fatımiler Haçlılar karşısında kedi oluvermiş, Kudüs'ü Haçlılara savaşsız teslim etmişlerdi.
Selâhaddîn, Haçlıların eline geçmek üzere olan Mısır'ı korumak üzere o ülkeye geçtiğinde henüz otuz yaşında değildi. Mısır'ın elde edilmesinden kısa bir süre sonra vefat eden amcası Şîrkûh'un yerine baş vezir olduğunda da otuz yaşını henüz geçmişti. Mısır'da Fatımî idaresine son verdi, dünya zevki düşkünü bürokratların köşkleri ile muhaliflerin birbirlerine karşı kurdukları zindanları medreseye çevirdi.
HEP İHTİLAFI SÖNDÜRMEYE ÇALIŞTI
Selâhaddîn'in Mısır vezaretinin ilk yılları iç ve dış düşmanlar karşısında zorluydu. Bu süreçte Bizans-Haçlı ittifakını yendi, Haçlılara zarar verdi, bununla birlikte Fatımî devletinin isyan eden kalıntıları ile uğraştı. Varlık içinde ihtilaf üreten İslam aleminin onu kabullenmesi kolay değildi. Ama gücüyle birlikte merhameti ihtilafa karşı daima kılıç olarak kullandı, ihtilaf ateşini daima söndürmeyi seçti.
Mısır'ı elde ettiğinde Fatımî ailesine karşı daha sert bir tutum içinde olmasını isteyenlere kulak asmadı, kendisine karşı isyan eden Fatımî kalıntılarıyla sertçe mücadele etmek durumunda kaldığında bile zararlı unsur olmaktan vazgeçenlerden asker olarak yararlandı, onları ordusuna kattı.
Selâhaddîn, 1174'te Nûreddin Mahmud Zengî'nin vefatı üzerine Suriye'ye geçtiğinde karşısında yola gelmez bir bürokrasi buldu, üst bürokratların önemli bir bölümü, eski alışkanlıklarına dönmek için adeta Nûreddin Mahmud Zengî'nin bir an önce vefatını bekliyordu. Musul'da bizzat Nûreddin Mahmud'un yeğeni II. Seyfeddin Gazi, amcasının ölümünü şenliklerle kutlamış, mescitteki fermanlar taşını kırmış, masrafı kendisi tarafından karşılanmak üzere içkili eğlenceler düzenlemişti. Nûreddin Mahmud'un on bir yaşındaki oğlu sultan ilan edilmiş, Halep'e götürülmüştü. Halep'te yerli İsmailîler, inisiyatifi ele geçirmişlerdi. İsmailîlerin iç ihtilaflarından doğan Haşhaşî kol, Alamut Kalesi'nden bölgeye gönderilen Reşididdin Sinan üzerinden güçlenmiş, Haçlılarla dostluk kurmuş, bu dostluğa Antakya Haçlıları üzerinden Halep ve Musul idareleri de katılmıştı. Selâhaddîn, bu şer ittifakının asıl sorumlusu olarak hep Haçlıları gördü, kaçınılmaz olarak Musul-Halep idaresi ile karşı karşıya geldiğinde ise merhameti esas aldı ve onlara Haçlılarla mücadeleyi hatırlattı.
Halep-Musul ittifakı orduları ile 1175'te Tel-Sultan'da karşılaştığında askerlerine “Sakın ha onları öldürmeyin, onlar sizin kardeşlerinizdir” diye seslenmiş, savaşta esir aldığı askerleri kendisinin yanında kalmakla gitmek arasında hür bırakmış, gitmek isteyenlere binek ve yol iaşesi vermiştir. Öyle ki çadırı ele geçirilen II. Seyfeddin Gazi'nin ünlü muhabbet kuşlarını bile arkasından göndermiştir. Bu iyilikler karşısında Musul-Halep ittifakı, Haşhaşileri ayarlayıp ona Azaz'da suikast düzenlemişlerdir, Selâhaddîn ölümden kurtulmuş ama mücadelesinin odağına yine Haşhaşileri koymadı, onlarla zaman kaybetme yoluna gitmedi.
Müslümanların o gün iki baş belaları vardı: Para sevgisi ve ihtilaf iştiyakı. Selâhaddîn, Mısır hazineleri de dahil eline geçen paraları emirlerin eleştirilerine aldırış etmeden halka dağıttı, önüne çıkan her ihtilaf ateşinin üzerine nefsini yenerek su döktü, ilk anda kaybeden hep kendisi göründü ama sonuçta hep kazandı. İlgili kaynaklara göre Tel-Sultan'da sadece bir Musul-Halep ordusu mensubu öldürülmüş, ele geçen binlerce esirden de hiçbirinin boynu vurulmamıştı, aksine esirlere bağış dahi yapılmıştı.
HAÇLILARIN KADIN VE ÇOCUKLARINA ZARAR VERMEDİ
Selâhaddîn, elinde güç varken merhamet üzerinden Musul-Halep idaresini yenip Haçlılara yönelince bir kez daha adaleti elden bırakmadı, mücadelesini daima zararı açık olanla yaptı, suçlu için hiçbir zaman suçsuza zarar vermedi. Haçlı kadınları ve çocuklarına merhamet etti, merhameti ile Haçlıların arasına ihtilaf koydu, onların kendisine karşı mücadele azmini kırdı. Onlardan birini cezalandırmak için Haçlıların bile “Bu adam, bu cezayı hak etmişti” diyecekleri kadar sabretti, söz konusu kişinin suçunun açığa çıkmasını ve cezasının anlaşılmasını sağladı. Hittin'de Kerek Kontu Ernat'ı (Renaud de Chatillon'u) kendi eliyle infaz ettiğinde muhtemelen Haçlıların bile takdirini kazandı.
HALİFENİN KIŞKIRTMALARINA KARŞILIK VERMEDİ
Kudüs'ü fetheden Selâhaddîn, Bağdat'ta sürekli ihtilaflarla uğraşan Abbasî Halifesi Nâsır-Lidînillâh'ın takdirini kazanmadı, aksine kıskançlık krizine giren ve o dönemdeki Müslüman alışkanlığıyla Selâhaddîn'in bu zaferini kendisine karşı kullanacağını düşünüp ona ağır hakaretler içeren ültimatomlar verdi. Selâhaddîn bir kez daha iyilikle karşılık verdi, Halifeye hediyeler ve övgü dolu mektuplar gönderdi. Halifenin adamları bu iyiliğe karşı, kendisine Şam'ı teslim eden, en değerli komutanlarından yaşlı İbnü'l-Mukaddem'i bizzat Arefe Günü Mina'da pek çok adamıyla birlikte katlettiler, kadınlarını Allah'ın evinde esir aldılar. İbnü'l-Mukaddem, yıllar süren cihaddan sonra Kâbe-i Şerif ve Hz. Resul salallahü aleyhi vesellem'i ziyaret için izin isteyip Hacca gitmiş ama Haram bölgede haram günlerde katledilmişti. Yapılan açıkça savaş nedeniydi. Ama Selâhaddîn, tutumunu ihtilaftan yana değil, ihtilafı söndürmekten yana belirledi, Abbasî Halifesine savaş ilan etmedi, Haçlılarla mücadelesini sürdürdü.
Selâhaddîn 3 Mart 1193'te vefat ettiğinde İslam dünyasındaki sorunları elbette bitirmemişti ama Müslümanlara ihtilafı söndürme yönünde bir tutum içinde bulunmaları durumunda kârlı çıkacaklarını kavratmayı başarmıştı. Onun vefatından sonra da Müslümanlar, defalarca karşı karşıya geldiler ama ihtilaf karşıtları daima Selâhaddîn'i örnek göstererek bir adım önde oldular. Neticede İslam alemi, dünya küfrü karşısında neredeyse yedi yüzyılı bulan bir üstünlük kazandı.
Bugün İslam dünyasında bir kez daha Nûreddin Mahmud Zengî-Selâhaddîn-i Eyyûbî çağı unutturulmak ve o çağın öncesine dönülmek isteniyor. Küfür ve küfre kananlar, Müslümanların gücünü birbiri karşısında kullanmaya çalışıyor. Müslümanlar arasında ihtilaf düşkünlüğü izale olmaz bir alışkanlığa dönüştürülüyor.
Hedef yeniden İslam aleminin küçük şehir devletlerine bölünerek güçsüzleştirilmesi, maddi refah içinde olsa bile ihtilaf yüzünden dünyadaki gidişat üzerinde sıfır etkiye sahip olmasıdır. Bu ihtilaf iştiyakı karşısında Selâhaddîn'in yolunu tercih edenler sonuçta kazanacak, ihtilafı kışkırtanlar ise bugün için “akıllı ve haklı” görünse bile eninde sonunda kötüler arasında anılacaktır.