Hani derler ya “Can çıkar huy çıkmaz” diye… Bunlarınki de öyle işte… İnkâr, zulüm kanlarına işleyip hücrelerine girmiş adeta. İhanet bunlarda nesilden nesile devrolagelen bir miras olmuştur. Bozgunculuk, fitne, fesat meslekleri daha doğrusu inançları olmuştur. Elması teneke, tenekeyi altın gören gözlük kullanmak alâmetifarikaları haline gelmiştir. Amaçlarına hizmet eden “çok ama çok iyi” amaçlarına hizmet etmeyen “çok ama çok kötüdür.”
Bilmeyen yok; ama yine de merak edenlerimiz olabilir. Acaba bu durumları bugüne mi has? İnsafsız oluşları çağımızdakilere mi münhasır? O zaman beraber İmam Zehebi’nin Tarih’ul İslam kitabından asr-ı saadete uğrayıp bu kaypak ruhluların dönekliklerini, hakkı nasıl da inkâr ettiklerini bir numuneyle beraber görelim. Yahudi âlimi Abdullah b. Selam ile Resulullah (sav) arasındaki diyalogu ibretle okuyalım.
“Abdullah b. Selam kendi yerinde iken Resulullah (sav)’ın Medine’ye geldiğini haber almış, Peygamber sallahu aleyhi ve sellemin yanına gelmiş ve Efendimize “Ben sana cevabını ancak Peygamber olan kimsenin bilebileceği üç şeyden soracağım diyerek
1-Kıyamet kopmasının ilk alameti nedir?
2-Cennet halkının ilk yemeği nedir?
3-Çocuk babasına yahut anasına nasıl çeker (benzer)? diye sormuştu. Peygamber Efendimiz (sav) de “Bunları az önce bana Cebrail haber verdi” deyince O “Meleklerin içinde Yahudilerin düşman olduğu odur” dedi. Bunun üzerine Efendimiz: “Kim Cebrail’e düşman olursa -bilsin ki- senin kalbine Kur’an’ı indiren odur” ayetini okuyup şöyle devam etti.
“Kıyamet kopma alametlerinin ilkine gelince; bu şark tarafından çıkıp insanları batıya sürecek olan bir ateştir. Cennet halkının yiyeceği ilk yemek de balık ciğerinin (yanında çoğalan) havyardır. Çocuğa gelince, erkeğin suyu kadının suyuna galip gelir öne geçerse çocuk babasına çeker. Yok, eğer kadının suyu erkeğin suyunun önüne geçerse, çocuk annesine çeker.”
Bunu duyan Abdullah b. Selam “Eşhedu enla ilahe illallah ve eşhedu enneke Resulullah” diye şahadet getirip “Ya Resulullah! Şu Yahudiler yalancı bir millettir. Eğer sen, benim nasıl bir adam olduğumu onlara sormadan önce benim İslam’a girdiğimi öğrenecek olurlarsa kesinlikle benim sözlerimi yalanlayacaklardır” dedi.. Sonra Yahudiler topluca efendimizin huzuruna geldiler. Efendimiz: “Abdullah b. Selam aranızda nasıl biridir?” diye sorunca onlar: “O bizim en iyimiz, en iyimizin oğludur ” dediler. Efendimiz “O Müslüman olmuşsa ne diyeceksiniz?” deyince, Yahudiler: “Allah onu böyle bir duruma düşmekten korusun” dediler. Bunun üzerine Abdullah b. Selam saklandığı yerden çıktı ve “Ben Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in de Allah Resulü olduğuna şahadet ederim” dedi. Bunu duyan Yahudiler de: “Sen bizim en şerlimiz, en şerlimizin evladısın” diye söylenerek onu rüsvay etmeye başladılar. Abdullah da “İşte benim korktuğum bu idi, ya Resulallah!” dedi. (Tarihul İslam: C: 2, İmam Zehebi)
“En iyileri, en iyilerinin oğlu” kelime-i şahadet getirmekle “En şerlileri, hatta en şerlilerinin oğlu oluvermişti biranda. Karakteristik yapı bir kez daha ortaya çıkmıştı. Daha önce gelmesini dört gözle bekledikleri hak peygamber kendilerinden olmayınca bile bile inkâr edivermişlerdi. Çünkü kendilerinden olmayan, kendi saflarında bulunmayan, kendi idealleri doğrultusunda hareket etmeyen düşmandı, dost olamazdı. Tıpkı bugün olduğu gibi… Bırakın beraber hareket etmemeyi kendileri gibi düşünmeyen herkesin düşman olması gibi… Kendi çıkarlarına uygun davranmayan herkesin potansiyel suçlu olması gibi…
Esbat b. Nasr, Süddi, Ebu Malik, Ebu Salih aracılığıyla İbni Abbas’tan, Müsra da İbni Mes’ut’tan ve Peygamberimizin Ashabından birtakım zatlardan;
“Ne var ki, Allah katında onlara kendi yanlarındakini doğrulayıcı bir kitap geldi. Daha önce küfredenlere karşı bir zafer isteyip duruyorlardı. Onlara bu tanıdıkları kitap gelince onu inkâr ediverdiler” (Bakara Suresi: 89) ayeti hakkında şöyle dediklerini naklettiler:
“Araplar, Yahudilerin yanına uğradıklarında Yahudilere eziyet ederlerdi. Onlar ise Muhammed’in (sav) adını Tevrat’ta buluyorlardı. Bu eziyetleri gördükçe Allah (cc)’tan, Onu gönderip Onunla birlikte Arap müşriklerine karşı savaş etmelerini dilerlerdi. Tevrat yoluyla tanıdıkları bu zata gidip de İsrail oğullarından olmadığını görünce Onu inkâr ettiler.” (Tarihul İslam: C: 2, İmam Zehebi)
Söylediklerimizin malumu ilam etmek olduğunu biliyoruz. Ancak bu gün Filistinli kardeşlerimizin yaşamakta olduğu sıkıntılar, çekmekte oldukları eziyetler, maruz kaldıkları uygulamalar bir kez daha meseleyi hatırlatmamızı gerektirmiştir. İnsan hafızası nisyanla malul olduğundan hatırlatmada da fayda olacaktır inşaallah.
Çünkü bu konuda her birimize birtakım görevler düşmektedir. Müslüman Müslüman’ın yardımına koşmakla yükümlüdür. Allah’a iman etmiş, Resulullah (sav)’a biat etmiş her bir kimse elinden geleni yapmak zorundadır. Kaldı ki hiç kimse ben bir şey yapamıyorum da diyemez. En azından elinde dua gibi güçlü bir silah vardır. Hiçbir gücün etkisiz hale getiremeyeceği bu silahı kullanmak Allah’ın izniyle büyük bir yardım olacaktır. Bir çocuğun, yaşlı bir mü’minin, mazlum bir Müslüman’ın, mahrum bir kardeşin yapacağı bir dua belki çok büyük şeylerden daha etkili olabilecektir. Bu Rabbimiz için zor değil, bilelim.
Bazen bunlar bu kadar az olmalarına rağmen nasıl bu kadar başarılı oluyorlar, deyip hayretlerini dile getirenler olabilmektedir. Az oldukları doğru, hatta her bir Müslüman’ın dökeceği bir kova suda boğulabilecekleri kadar. Ancak işin sırrı belki de şuradadır. Malum olduğu üzere bozmak, yıkmak, yakmak kolaydır. Bir binayı onlarca insan aylarca bir uğraştan sonra ancak yapabiliyorken, bir-iki kişi aynı binayı belki birkaç saatte yıkabilmektedir. Hatta birkaç dakikada bile… Bunlarınki de öyledir. Yıkmak, yakmak, yok etmek, yegâne amaçları olduğu için böyle az sayıyla bu büyük bozgunculuğu yapabilmektedirler. Tabi Müslümanların da yerinde oturup seyirci kalmaları hatta buna yardımcı olmalarının payı da unutulmamalıdır.
Herkes şuna kesinlikle inanmalıdır ki, Müslümanlar birlik-beraberlik içerisinde, Kur’an ve Sünnet’in ışığında hareket ederlerse, bunlar -Allah’ın izniyle- değil Müslümanlara saldırmak, katletmek, ekonomik boykotlar uygulamak, kaçacak yer bulamayacaklardır. Kaynuka, Nadr, Kureyza ve de Hayberli atalarının tarihi buna şahittir.
Şunu da hatırlatmış olalım: Bu gün bunların en iyi bildikleri ismin Selahaddin olduğundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Zaten Aliler, Ömerler ve de Selahaddinler doğurmak, Yasinler, Rantisiler, Şikakiler, Abbaslar, Yahyalar, Kasamlar büyütmek bu ümmetin analarının yegâne arzusu değil midir?
Ramazanın çocuklarını mahrum ve mağdur etmekle dize getireceklerine inanıyorlarsa bu hasretle bu dünyadan göçeceklerine dünya âlem şahit olacaktır inşaallah. Aç bırakmakla dize gelecek olanlar, sıcak yataklarına uyuyup sıcak yemekler yiyenlerdir. Rüyalarında bile sapan sallayan pazuları öpülesi çıplak ayaklılar değil. Koluna kuvvet sen salla sapanı. Yüreğine kurban sen fırlat taşını… Dünya âlem şahit ki zafer sizindir.
Ey ümmetin iftiharları! Bilin ki zafer sizindir. Selahaddin’in bayrağını dalgalandırma hakkı sizindir. Niyazımızda, yakarmamızda ettiğimiz dualar sizindir. Selahaddin yüreklilere selam…
İnzar Dergisi