Sahi mutluluk nedir? Göreceli bir kavram mı yoksa kuralları olan ve uyulduğunda ele geçen bir olgu mu? Zengin mi daha mutlu fakir mi? Mutluluğun ölçüsü nedir, ne olmalıdır? Mutluluk nerelerde geziyor da ulaşılmaz diye ardından koşuluyor? Çok mu gerekli veya çok mu ihtiyaç var? Nasıl mutlu olunur?... sorular alıp başını giderken 20 Martın “Dünya Mutluluk Günü” olduğunu öğreniveriyoruz. Hadi bugün bari mutlu olalım. Gülümseyin ve çiiz deyin bakalım. Nasıl, mutlu oldunuz mu? Hayır mı? Gözlerinizin içi gülmüyor, yüreğiniz pır pır atmıyor. Peki mutluluğu nasıl yakalamalıyız? Baştan alalım öyleyse.
Yapılan röportajlarda insanlara nasıl mutlu oldukları sorulduğunda soruyu anlamadan cevap verdikleri görülüyor. İyi bir yemekle mutlu olduğunu söyleyenden tutun da ailesiyle olmaktan mutlu olduğunu söyleyene kadar farklı farklı yaklaşımlarda bulunanlara rastlıyoruz. Yani insanlar arasında kısa ve geçici daha doğrusu anlık sevinçler, mutluluk olarak tanımlanıyor. Peki o an bittiğinde ne oluyor? Yani iyi bir yemek bittikten sonra mutluluk devam ediyor mu? Hayır! Ailesiyle birlikte olanın ayrı düştüğünde mutluluğu ne olur? Anlık sevinçler ile mutluluk hep karıştırıldığı için anlık sevinci mutluluk olarak algılama yanılgısına düşmeden edemiyoruz.
Bettina Wiese adlı Psikolog, Zürih Üniversitesinde hocalarında olup bu konuda şöyle diyor: “Deneye dayalı araştırmalar gösterdi ki kişilerin kendileriyle özdeşleştirdikleri amaçları, kişinin amacına ulaşmak için geçirdiği süreç ile mutluluğu arasındaki bağı güçlendiriyor.”
Demek ki bireyler mutlu olabilmek için kendileriyle özdeştirdikleri bir “amaç” sahibi olmalı ve bu amaç uğruna hayatını geçirerek mutluluğu yakalamalılar. “Hayat ve amaç” arasındaki güçlü bağ, mutluluğu doğuruyor. Amacı olmayan mutlu olamıyor. Anlık sevinçleri mutluluk olarak algılıyor.
Diyelim ki bir araba yahut bir ev almaya hayatını odaklayan bir fert, beş-on yıl içinde bu hedefine odaklandığında ev/araba sahibi olabiliyor. Amaca odaklı bir gayret, kişiyi gülümsettikten sonra yüzü tekrar asılınca asıl mutluluğun bunlar olmadığını anlıyor. Kısa vadeli hedefler, bireyi peşinden koşturduğunda vuslata erdiğinde boşluk tekrar nüksedebiliyor.
Öyleyse hayat boyu bir amaç ve hayat boyu bir mutluluk için kısa vadeli anlık sevinçlerin gerçek mutluluk olmadığını bilmek gerek. Ne yapmalıyız ki ömür boyu mutluluk rüzgârı üzerimizden eksik olmasın?
İnsan fıtratında mutluluk kendinden çok başkası için yaşamakla başlıyor. Bunun adına “iyilik” deniyor. İhtiyaç sahiplerine, çocuklara, mağdurlara, hayvanlara karşılıksız yapılan iyilikler… Her an sizinle ve her an ruhunuzla… Her hatırladığınızda yüzünüze tatlı bir tebessümün yayıldığı, ruhunuzun rahatladığını hissettiğiniz iyilik… Anlık sevinçler gibi geçici olmayıp sürekli ve teşvik edici iyilik… Bencillik ve enaniyet esaretinden toplumsal kaynaşma ve beraberliği pekiştiren iyilik… Ceplerinizdekinden çok yüreklerinizdekiyle mutlu olacağınızı hatırlatan iyilik…
Hayatını iyiliği yaymaya kötülükten men etmeye adamış altın yürekli yardımsever insanlar olmak neden zor geliyor bizlere, hele hele genç nesle? İyilik hareketinin onurlu insanı olmak bencillik duygusunun esaretinden özgür olmak değil midir? Ahireti/Allah'ın rızasını önceleyen bir hayatı amaç edinmek anlık sevinçlerden ebedi mutluluklara kanat çırpmaktır.
Yaşlı Kızılderili'nin dediği gibi: Çadırının önünde siyah ve beyaz iki köpeğinin kavgasını izleyen dedesine, torunu neden köpeklerin kavga ettiğini sorunca: “Bana göre onlar iyiliğin ve kötülüğün sembolüdürler.” der. Çocuk, kazanın kim olacağını dedesine sorduğunda müthiş bir cevap alır: “Sen hangisini beslersen o kazanır!”
Sahi biz hangisini besliyoruz?