Birkaç gündür elimde “Karşılaştırmalı Dinler Tarihi” üst başlığıyla “Dinlerin Kimliği” kitabı var. Bu kitapta kendi dininle birlikte diğer dinleri bilmek ve bunları karşılaştırmanın öneminden söz ediyor… Bu konuda kendi dinini yeterince ve hakkıyla bilmeyen karakterlerden başlayalım:
İkinci dünya savaşıyla özdeşleştirilen meşhur hikâyede şöyle anlatılır; Savaşın kızıştığı bir anda ve göğüs göğüsse çarpışılan bir vakitte Müslüman asker, gayri Müslüm askeri yere yatırmış ve “çabuk Kelime-i Şehadet getir yoksa öldürürüm” demiş. Gayri Müslüm olan asker can havliyle, “bilmiyorum bana öğret” demiş. Bunun üzerine Müslüman asker, “ben de bilmiyorum” diyerek adamı vurmuş...
Bu her ne kadar bir hikâye olsa da kendi dinini hakkıyla bilmeyen ve sadece kulaktan duyma ya da yüzeysel olarak bilen kişilerin durumunu anlatıyor. Hele kendisini İslam davetçisi olarak gören her Müslüman, dinini derinlemesine bilmek zorundadır. Yoksa kendi dinini hakkıyla bilmeyen kişi topluma rehberlik etmesi düşünülemez.
Bu madalyonun bir yüzüdür. Madalyonun diğer yüzü ise; kendi dinini derinlemesine öğrendikten sonra diğer dinleri de bilmesidir. Zira farklı dinlerin öğretilerini bilmeyen kişi, kendi dininin kâmil derecesini de anlayamaz. Bu konuda Max Müller’in meşhur bir sözü olan “Bir tek dini bilen, hiçbir şey bilmez” der. Yani diğer dinlerin kaynaklarını araştırmadan, sadece kendi kaynaklarına bakıp yol yürümek, sağlıklı bir portreyi resmetmez.
Bu konuda yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, baştan sona kadar Yahudiliği, Hristiyanlığı, şirk dinini ve diğer bazı dinlerin temel yaklaşımlarını bildirme üzerine hareket eder. Yani hakkı tanımak için batılıda tanımalısınız, yolunu göstermektedir. Kamil olanı bulmak için eksik olanı da bilmelisiniz, yolunu sunmuştur. Bir Müslüman, İslam’ın inanç, ibadet ve muamelat esaslarını diğer dinlerle mukayese etmediği müddetçe İslam’a olan övgüyü ve şükrü hakkıyla yerine getiremez.
Yine bu konuda Hz Ömer, “İslam’ın içinde büyüyüp de cahiliye dönemi bilmeyen bir kimse İslam’ı merhale merhale bozabilir” der. (Dinler Tarihi s. 16) Bu bağlamda diyebiliriz ki, diğer dinleri de bilmek, başka evlere bakarak kendi evine değer biçmek, başka komşu sokaklara bakarak kendi sokağını bulmak gibidir. Ya da, başka yemekleri yiyerek kendi yemeğinin lezzetini anlamak, başka ustaların yaptığı sanatlara bakarak kendi elindeki binanın sanatsal kıymetini takdir etmek gibidir.
Sonuç olarak; her Müslüman, özelde davetçi kişi için, kendi dinini derinlemesine bilmek ne kadar önemliyse bu önemin güçlenmesi adına farklı dinleri de bilmeli ve bu konuda karşılaştırma tezinden geçirmelidir. Yoksa gözünü etraftaki her şeye kapatıp “en güzel din benim dinimdir” demek bir Müslüman için yeterli değildir. Kendi dinine olan derinlemesine vukufiyeti gibi diğer dinlere de ciddi bir vukufiyeti olmalı ki “kâmil olan” kendi dininin kıymetini bilsin.